MUSTAFA KEMAL ATATÜRK DİYOR Kİ...TÜRK KİMDİR? BU MEMLEKET , DÜNYANIN , ASLA ÜMİT ETMEDİĞİ BİR MÜSTESNA MEVCUDİYETİN YÜKSEK TECELLİSİNE , YÜKSEK SAHNE OLDU . BU SAHNE 7 BİN SENELİK , EN AŞAĞI BİR TÜRK BEŞİĞİDİR . BEŞİK TABİATIN RÜZGARLARIYLA SALLANDI . BEŞİĞİN İÇİNDEKİ ÇOCUK TABİATIN YAĞMURLARIYLA YIKANDI . O ÇOCUK TABİATIN ŞİMŞEKLERİNDEN , YILDIRIMLARINDAN , KASIRGALARINDAN EVVELA , KORKAR GİBİ OLDU ; SONRA ONLARA ALIŞTI ; ONLARI TABİATIN BABASI TANIDI ONLARIN OĞLU OLDU . BİR GÜN O TABİAT ÇOCUĞU TABİAT OLDU ; ŞİMŞEK , YILDIRIM , GÜNEŞ OLDU ; TÜRK OLDU . TÜRK BUDUR . YILDIRIMDIR , KASIRGADIR , DÜNYAYI AYDINLATAN GÜNEŞTİR


   
 
  ARİF NİHAT ASYA
Arif Nihat ASYA

Arif Nihat ASYA

Tanıyan ve sevenlerin ifadesiyle Arif Hoca 5 Ocak 1975´te 71 yaşında Ankara da Hakka yürüdü.

Tanıyan ve sevenlerin ifadesiyle Arif Hoca 5 Ocak 1975´te 71 yaşında Ankara’da Hakk’a yürüdü. Ölüm günü, kendisini bütün Türkiye’ye tanıtan ve adıyla birlikte anılan şiirin Adana’da doğduğu gündür: 5 Ocak 1942. Bu “Bayrak” şiiridir.
"Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü…
Kızkardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü."
diye başlayan ve Hoca´nın “Bayrak Şairi” olarak tanınmasına sebep olan şiir. Çoğumuzun daha ilkokulda öğrenip ömrümüzün sonuna kadar unutmadığımız, unutamadığımız şiir.
Bayrak şiiri kadar güçlü, okuyanı sarsan ve derinden etkileyen daha pek çok şiiri olmasına rağmen diğerleri onun kadar şanslı olmadığı için onun gölgesinde kalmıştır. Hatta kendisinin yakın bir dostuna “Beni, Bayrak şiirinin şairi olarak tanırlar. Hâlbuki ben, “Yelken” şiirinin şairi olarak tanınmayı arzu ederdim” dediği anlatılır.(1)
Arif Nihat Asya’nın Vatan ve Millet şiirlerinin gücü ve güzelliği bilinir ve tartışmasız kabul edilir. Onlar kadar güçlü dînî, tasavvufî, mizahi şiirlerinin olduğunu Hoca´yı tanıyanlar bilirler. Hele onların içinde bir “Gel Ey Muhammed Bahardır” başlıklı bir NAAT’ı vardır ki, etkilenmemek mümkün değildir (Duâlar ve Âminler, Sh.62-74).
200 mısralık bu şiir, alışılmış kalıpların tamamen dışında serbest vezinle, hiçbir şekil kuralına uymadan yazılmıştır. 165. mısra ile başlayan 4. Bölümde, ölümleri 39 yıl sonra 10 gün ara ile tecelli eden M. Âkif’le aralarındaki söyleyiş birliği aynı ruh ikizi çağrışımı yapmaktadır. Âkif, Türk askerine “Bedr’in aslanları” derken, Ârif Hoca da;

"Itrî bestelesin Tekbîr’ini;
Evliya, okusun Kur’anlar!
Ve Kur’anı göz nuruyla çoğaltsın
Kayışzade Osman’lar!
Na’tını Galip yazsın, Mevlidini Süleyman’lar!
Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle
Geri gelsin Sinan’lar!"

diyerek, Hz. Peygamber’e layık ancak Türklerin yapabileceği güzel şeyleri sayar.
1904 yılında doğan Ârif Nihat Asya, imparatorluğun dağılma, Milli Mücadele´nin de arifesinde hayatla tanışır. Doğmadan babasını kaybeder, 3 yaşında annesinden ayrılmak zorunda kalır. Dedesinin, sonra da halasının yanında büyür.
1911-12 yılında başladığı Rüştiye´yi 1915-16 ders yılında tamamlar. Parasız yatılı olarak Bolu Sultanisi´ne kaydedilir. Birinci devreyi bitirdikten sonra Milli Mücadele´nin en hararetli günlerinde Kastamonu Sultanisi´ne nakledilir. Kastamonu o dönemde Milli Mücadele´nin önemli merkezlerinden birisidir. Mehmet Akif de ailesinin bir süre orada yaşaması sebebiyle sık sık geldiği için O’nu tanımış, Nasrullah Camii´ndeki vaazlarını dinlemiş ve "Açık Söz" gazetesinde çıkan şiirleriyle tanışmıştır. Kastamonu Sultanisi´ni bitirdiği 1922-23 öğretim yılı sonuna kadar Kastamonu’da çeşitli gazete ve dergilerde şiirleri yayınlanmıştır.
1923-24 öğretim yılında İstanbul Dâru-l-Muallimîn-i Âliyesi Edebiyat şubesine kaydolur. 1926-27 yılında mezun olur ve Edebiyat muallimi olarak meslek hayatı başlar. 1928 yılında Adana Erkek Muallim Mektebi Edebiyat öğretmenliğine atanır. 3 yıl sonra Adana Erkek Lisesi´ne nakledilir. 14 yıl Adana’da öğretmenlik yaptıktan sonra 11 Eylül 1942 de Malatya Lisesi Müdürlüğü´ne atanır. 6 Kasım 1945 de kendi isteğiyle Adana Erkek Lisesi´ne öğretmen olarak geri döner. 4 Ekim 1948 tarihinde Edirne Lisesi´ne sürgün edilir.(2)
Adana’da görev yaptığı yıllar, hayatının en verimli ve dolu geçen dönemidir. Burada 1933 yılında aynı okulda Fransızca öğretmeni olarak görev yapan, NAAT şiirini kendisine ithaf edecek kadar değer verdiği Hakkı Mahmut Soykal aracılığıyla Üsküdar Mevlevihanesi´nin son şeyhi Ahmet Remzi Akyürek ile tanışır. Ondan el alır, dervişlik çilesinden geçer, daha sonra şeyhliğe de yükselir.
Adana’da ismi bir efsane gibi dilden dile, şiirleri elden ele dolaşır. Bayrak Şiiri de bu dönemin eseridir. Rind yapısı, hoşgörüsü, nüktedanlığı, eğilmez karakteri O’nu Adana’da çok sevilen bir insan haline getirmiştir. Bu sevgi O’nu, Edirne’de görev yapmakta iken 1950 seçimlerinde Adana’dan Demokrat Parti Milletvekili seçerek TBMM´ye taşımıştır. Eğilmez karakterini TBMM´de yaptığı çeşitli konuşmalarda da göstermekten çekinmemiştir. 16 Kasım 1951’de gizli oturumda yaptığı konuşma CHP’lilerin tepkileriyle karşılanmış, bir kısmı Meclis salonunu terk etmişlerdir. Tekrar açık oturuma geçildiğinde Başbakan Adnan Menderes söz alarak havayı yumuşatmak istemiş ve “…Arif Nihat Asya sonradan sözlerini geri aldığını ifade etti” deyince söz alarak: “Geri almadım efendim, şahıs söylemedim” diye karşılık vermiştir.(3)
Türkçeyi yazının her türünde; şiir ve nesirde, şiirin her türünde; Naat, kahramanlık şiirleri, rubailer, destanlarda, her vezin türünde; aruz, hece ve serbest vezinde kendine has tarzıyla mükemmel kullanmıştır. Nesirde; hikâye, fıkra, makale, hiciv, mensur şiir, vecize (veya Batı´da aforizma denilen) türlerin hepsinde de muhteşem örnekler vermiştir.
2006 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı´nın büyük bir kadirşinaslıkla 377 sahife büyük boy olarak birinci baskısını yayınladığı, 2011 yılında da ikinci baskısını yaptığı kitapta anlatmakla bitiremediğimiz Arif Hoca´yı bir yazıda anlatmak mümkün değil. Hele şiirlerinden örnek vermeden anlamak da mümkün değildir.
Kitabın sunuş yazısında Editör Nevzat Kösoğlu, Arif Nihat Asya’nın düşünce dünyasını kısa ve öz olarak şöyle anlatmaktadır: “Esasen Türk’e ve onun yarattığı değerlere tutkuyla bağlı olan Arif Hoca, aldığı her etkiyi yahut malzemeyi Türkleştirecek bir ruh ve birikime sahipti; özgünlüğü bundandı.”
Yukarıda bir küçük bölümünden örnek verdiğimiz Naat’a ilaveten iki ayrı türden birer örnekle Hoca´yı hatırlayalım, analım:

SELİM’LER
"Tarihin muazzam tâkı altından
Ağır ve Şahane geçti Selim’ler
Bellerde pala altın kabzalı,
İri kavuklarda iri dilimler.
Dolaştı biri ney perdelerini,
“Makam olsun, dedi, makam üstüne”
Birinin Kıbrıs’tan geldi şarabı,
Biri dikti ehram ehram üstüne."

MİKROFON
"Aynı şeyleri tekrarlamaktan
Dinleyicileri uyuttu:
Nihayet kendisinin de
Esneyeceği tuttu…
Ağzını öylesine açtı ki
Mikrofo
nu yuttu."

Ölümüne düşürülen tarihle yazımıza son verelim:

…..5 Ocak 1975
"O Fetih marşıyla Bayrak şairi
Kılmadı dünya-yı dûna iltifat
Şöyle bir tarihle geldi haberi:
“Hocamız Arif Nihat etdi vefat”

Allah’ın rahmeti üzerine olsun, ruhu şadolsun.

------------------
(1) Arif Nihat Asya/Editör: Nevzat Kösoğlu, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2006 Birinci Baskı, İbrahim Metin, Sh.181-186
(2) A.g.e, Dr. Sadettin Yıldız, Sh. 14-52
(3) A.g.e, Hüseyin Erdem, Sh. 154

 
/> d     iv>
 

 

İstiklâl Marşı Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır parlayacak! O benimdir, o benim milletimindir ancak! Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal! Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal. Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal. Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım; Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım! Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım. Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım. Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar. Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar, 'Medeniyyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar? Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın; Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın. Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın, Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın. Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı! Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı. Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı. Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ! Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ, Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ. Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli: Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli! Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli- Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli. O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım. Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım; Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım; O zaman yükselerek arşa değer belki başım! Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl! Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl. Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl; Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet, Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!

TÜRK İMPARATORLUKLARI
DÜNYADA TÜRK`LÜK
ORHUN YAZITLARI
Facebook beğen
 
ÜLKÜCÜLÜK MHP`DE OLUR
 
ÜLKÜCÜLÜK MHP`DE OLUR
 
Bugün 1 ziyaretçikişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol