MUSTAFA KEMAL ATATÜRK DİYOR Kİ...TÜRK KİMDİR? BU MEMLEKET , DÜNYANIN , ASLA ÜMİT ETMEDİĞİ BİR MÜSTESNA MEVCUDİYETİN YÜKSEK TECELLİSİNE , YÜKSEK SAHNE OLDU . BU SAHNE 7 BİN SENELİK , EN AŞAĞI BİR TÜRK BEŞİĞİDİR . BEŞİK TABİATIN RÜZGARLARIYLA SALLANDI . BEŞİĞİN İÇİNDEKİ ÇOCUK TABİATIN YAĞMURLARIYLA YIKANDI . O ÇOCUK TABİATIN ŞİMŞEKLERİNDEN , YILDIRIMLARINDAN , KASIRGALARINDAN EVVELA , KORKAR GİBİ OLDU ; SONRA ONLARA ALIŞTI ; ONLARI TABİATIN BABASI TANIDI ONLARIN OĞLU OLDU . BİR GÜN O TABİAT ÇOCUĞU TABİAT OLDU ; ŞİMŞEK , YILDIRIM , GÜNEŞ OLDU ; TÜRK OLDU . TÜRK BUDUR . YILDIRIMDIR , KASIRGADIR , DÜNYAYI AYDINLATAN GÜNEŞTİR


   
 
  TÜRK DESTANLARI'NDA NEVRUZ
Fotoğraf: TÜRK DESTANLARI'NDA NEVRUZ
            Destanlar, milletlerin din, fazilet ve millî kahramanlık maceralarının şiirleşmiş hikâyeleridir. Destanlar, bir milletin bütün varlığını ifade ederler. Gerek tarih, gerek fikir ve sanat bakımından büyük değer taşırlar. Destanlar tarihi aydınlatarak fikir ve sanat hayatına kaynak olurlar. Tarihleri bilinemeyecek kadar eskilere uzanan milletlerin ilk çağlarını bize bir takım mitolojik menkıbeler halinde anlatırlar. Bunlar gerçek olmasalar, hatta gerçeğe uymasalar bile, milletlerin kendi millî mazileri hakkında neler bilip neler düşündüklerini haber vermek bakımından önem taşırlar. Ancak destan, tarih demek değildir. Kökü tarihe dayanan, ilhâmını tarihten alan bir halk edebiyatı verimidir. Bazı milletler, millî mizaçları gereğince, destanlarında tarih gerçeklerinden uzaklaşmaz ve halk diliyle söylenmiş birer tarih gibi, destanlarını tarihe uyan bir ifade ile söylerler. Türk Milleti'nin destanlarında bu vasıflar üstündür.
            Türk destanlarının İslâmiyetten önce de, İslâmî devirde de öz bakımından aynı karakteri göstermeleri; İslâmî devirdeki Türk destanlarının, sadece değişen bir medeniyet ve yeni bir kültür anlayışının icabı olan değişikliklerin dışında bir farklılık getirmemesi, bütünlüğün bozulmamış olması destanlarımızın özelliklerindendir. Çeşitli ve farklı devirlere ait olmasına rağmen Türk destanları hiçbir zaman dağınık ve birbirlerinden uzak bir halde değildirler. Bu destanlar farklı zaman dilimlerinde hep aynı ülkünün peşindedirler: Dünya yaratılmıştır "Yaratılış Destanı"; insanların çoğalması için "Türeyiş Destanı". Çoğalan insanlar nereye sığar dersek göç başlar "Göç Destanı". Varılan ilde bazen de yok olma belası ile karşılaşılır. İşte bu anda "Bozkurt Destanı" doğar. Oğuz Kağan Destanı, bu yeniden dirilen milletin gelişmesi ve yayılışıdır. Ancak su uyur da düşman uyumaz. O zaman Türk, kabuğuna çekilir güç toplar. Şu Destanı ve Ergenekon destanı, bu ebedî gücün toplanışıdır.
            Toprağın önce yağmur sularıyla sulanarak ardından da karın beyaz örtüsü altında kısa bir ölüm uykusuna yatıp ilkyaz ile yeniden doğması , Türk destanları içinde karşılığını Ergenekon'da bulmuştur. Nevruz kutlamalarının bir diğer adı da "Ergenekon Bayramı"dır. Bu isim geçmişten günümüze kadar hâlen çeşitli Türk boyları arasında canlılığını koruyor. Bu bayram aynı zamanda milletin destanların gücüyle birbirlerine olan güven bağını güçlendiriyor. Ergenekon da böyle bir gelenektir. Ebulgazi Bahadır Han'ın Şecere-i Türk'ünde naklettiği Ergenekon menkıbesi eski Çin kaynaklarının verdiği tarihî olayların bir yankısıdır. 400 yıl dört tarafı yüksek dağlarla çevrili bir vadide kalan Türk'ün yaşama kavgasıdır. Ergenekon'dan bir bahar günü tekrar ata yurduna döndüğünde hürriyetini, istiklâlini tekrar kazanmış dosta, düşmana Türk'ün varolduğunu tekrar duyurmuştur. İşte o gün 21 Mart günü, "İstiklâlin kazanıldığı" kurtuluş günü Türkler'de bir geleneğin doğmasına sebep olmuştur. Türk milleti için bu derecede önem kazanan destanı her Türk genci çok iyi bilmelidir. Çünkü geçmişten günümüze kalan bu miras, karşımıza aldatıcı maskelerle çıkacak farklı iddialara doğru cevaplar vermemize yardımcı olacaktır.
            Bu destan, Gök Türkler'in en büyük destanıdır. Türk destanları arasında müstesna ve çok mühim bir yeri vardır. Destana göre Ergenekon, Türklerin yüzyıllarca çift sürerek, av avlayarak, maden işleyerek yaşayıp çoğaldıkları; etrafı aşılmaz dağlarla çevrili, mukaddes bir toprağın adıdır. Ergenekon Destanı, çoğu kaynaklara göre Büyük Hun Devleti döneminde teşekkül etmiştir. Hatta, ÇianKen'in M.Ö. 119 yılında, Çin imparatoruna sunduğu bir raporda, bu destandan söz ettiği bilinmektedir. Ergenekon Destanı ile Gök Türkler'in tarihi arasında açık benzerlik vardır. Herşeyden önce Hun birliğinin dağılışından Gök Türk devletinin kuruluşuna kadar geçen 450 yıllık zamanla, destandaki 400 yıl birbirine çok benzemektedir. Büyük Hun birliğinin Çinlilerle birleşen bozguncu boyların hücumu ile dağılıp yok oluşu sırasında Altay Dağları çevresine göçen Gök Türkler'in hikâyesi, destanda Kayıhanlı ve Dokuz Oğuzların göçü olarak anlatılır. Ergenekon Destanı; bir bakıma, Gök Türkler'in doğuş destanıdır. Bu destan ilk defa 13. Asırda tarihçi Reşîdüddin tarafından yazıya geçirilmiştir. Yazarın "Câmiü't-Tevârih" adlı kitabına kaydettiği bu rivayet, Farsça yazılmıştır.
            Destanların milletlerin şekillenmesinde önemli bir yere sahip olduğundan bahsetmiştik. Özellikle son yıllarda, Doğu ve Güneydoğu Anadolulu bir kısım kişiler Ergenekon destanında yansımaları olan Nevruz bayramını vesile ederek bölücülüğe yeltenmektedirler. Aslında Türk'ün dirilişinin ve milliliğinin ifadesi olan Nevruz'u Kürt bayramı gibi tanıtmaktadırlar. Bu iddialarında ise delil olarak "Demirci Kava Destanı"nı esas almaktadırlar. Onlara göre bu günde (21 Mart'ta) Demirci Kava'nın önderi olduğu Kürtler Dahhak'a karşı ayaklanarak istiklâllerine kavuşmuşlardır. Bu iddialarını sabitleştirmek için bazı piyesler de kaleme almışlardır. Mesela Kemal Burkay imzasıyla yayınlanan "Dehak'ın Sonu" bunun bir örneğidir. Bu destan Ergenekon Destanı ile paralel olarak düşünülerek Kürtlerin doğuşu için bir kaynak olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Kava Destanı'nın Ergenekon Destanı'nın değişik bir rivayeti olduğuna ise hiç dikkat çekilmemektedir. Ayrıca bu destanın bir benzerine de Dede Korkut'taki "Basat'ın Tepegöz'ü öldürdüğü Destan"da rastlıyoruz. Ergenekon Destanı'nın 13. Yüzyılda ilk defa Farsça olarak yazıya geçirildiğinden bahsetmiştik. Kava Destanı ile ilgili ilk yazılı rivayet Firdevsî'nin "Şehnâme"sinde ve Şeref Han'ın "Şerefnâme"sinde yine Farsça olarak yazılıdır.
            Peki Firdevsî kimdir? Şehnâme'yi niçin yazmıştır? Ve nasıl olur da kaynağını ancak XI. Yüzyıla indirebildikleri bir destan parçası ile Nevruz bayramı özdeşleştirilebilir? Bu soruların cevaplarını tarihin yazılı kayıtlarında kolayca bulabiliyoruz. Firdevsî dağılmaya yüz tutan Fars birliğini yeniden bir araya getirmek için, otuz yıl emek vererek manzum bir eser yazar. Bu eser Şehnâme (Şahnâme) adını taşır. Altmış bin beyit tutarındaki bu eser, İran'ın milli destanı olarak kabul edilir. Defalarca yayınlanır ve kısa zamanda dünyanın sayılı klasikleri arasına girer. Şehnâme'deki mücadele dışa dönüktür. Firdevsî, eserini bir çok tarihî olaya, efsane, menkıbe, rivayet ve hayal unsuru motiflerle süsleyerek, Fars ırkının, Arap ve daha ziyade Türk ırkından üstün bir ırk olduğunu ispatlamaya çalışır. Bu destanda mücadelenin büyük bir bölümü Türkler'e karşı verilmiştir. Nitekim bu durum, Türklerin "Buku" veya "Buka Han" dedikleri "Alp Er Tunga" destanda "Afrasyab (Efrasiyab)" adıyla karşımıza çıkar; İran Şahı Keyhüsrev tarafından tuzağa düşürülerek, hile ile öldürülür. Onun ölümüyle birlikte Farslar kendilerine göre dolayısıyla büyük bir belâdan kurtulmuş olurlar. Bu günü kurtuluş günü kabul edip, bayram yaparlar. Bu bayram bildiğimiz Nevruz bayramından başka bir şey değildir. Daha sonraki asırlarda tarihe mal edilecek olan Kava ve Dahhak gibi şahısların varlığı da yine bu eserdeki efsanelerden kaynaklanır.
            Böylece Firdevsî Nevruz'u İran geleneğine bağlamaya çalışır. Ancak onun kaynağının tarihi ancak XI. Yüzyıla kadar inebilmektedir. Ayrıca Kava Destanı, Türk destanları ile çok benzerlikler göstermekte ortak noktalar taşımaktadır.
            Her iki destanda; müşterek olup önemli yer tutan unsurlar, şöyle gösterilebilir:
            Çadır,hayatı
            Düşman,saldırısı
            Esaret
            Esaretten,kurtulmak
            Dağlara,sığınmak
            Hayvan
            beslemek
            Çoğalmak
            Demircilik,sanatı
            Ateş,yakmak
            Yayılmak,göç,etmek
            Bayrak,dalgalandırmak
            Yeni,bir
            Hükümdarın,başa,geçmesi
            Düşmandan,intikâm,almak
            Huzura kavuştukları günü "bayram" olarak kutlamak.
            Gerek Demirci Kava, gerekse Ergenekon Destanı'ndaki ortak noktalar içinde özellikle "Demircilik sanatı" üzerinde durulması gereken önemli bir konu olarak dikkatimizi çekmektedir. Bilindiği üzere demirin Türk kültür ve medeniyeti tarihindeki yeri, çok eskilere dayanmaktadır. En aşağı, M.Ö. 1400'lerde Altay'ların batısında bol miktarda demir elde edilmekte olduğunu söyleyen W. Ruben; "tarihî vesikalara dayanarak bu eski Türk sahasını demir kültürünün doğduğu yer kabul etmekte zaruret vardır." Demektedir.
            M.Ö. 1022 yılına ait kayıtta, "lüks kılıç" anlamında bir "kingluk" kelimesi, "Hunların eski ecdadının sözü' olmak üzere M.Ö. 47 yılında yazılan bir Çin kaynağında zikredilmiştir. Fr. Hirt, bu sözü Türkçe'de "iki yüzlü bıçak" anlamında, bugün dahi kullanılan "kingirlik" kelimesi ile birleştirmiş ve bunu "tarihte kayıtlı en eski Türkçe kelime" olarak kaydetmiştir. Gök Türkler sahasından İran sahasına, mesela Horasan'a "demir levhalar', "karaçori' ve "bilgatekinî" denilen güzel kılıçların ihraç olunduğu bilinmektedir. İran destanı bile, Türkleri en eski zamanlardan beri bir "çeliğe bürünmüş" millet olarak anlatır. Ergenekon Destanı'nın en önemli motiflerinden biri de, kuşkusuz bu "demircilik geleneği'dir. Oğuz Kağan Destanı'nda; "canavar geyik yedi, ayı yedi. Çıdam onu öldürdü. Demir olduğundandır" diyen Türkler, insanı başka mahlûklara ve başka insanlara hâkim kılan silahın kıymetini elbette çok iyi biliyorlardı.
            Gök Türkler'in demirden bir dağ eritmeleri, bunu yapan kahramanlarını da "demirci" sözüyle ebedîleştirmeleri bu yüzden önemlidir. O kadar ki Türkler, bu günü bayram bilmiş; Ergenekon'dan çıktıkları günün yıldönümlerini tiyatroyu andırır temsilî törenlerle kutlamışlardır. Bu törenlerde, ocakta kızdırılmış demirleri örs üstüne koyup iri çekiçle döverek asırlarca Avar'lara silah yapan ve bu silahlarıyla Türk illerinde büyük hakimiyet kuran atalarını, hep saygıyla anmışlardır. Nitekim, birçok Türk boyları demiri mukaddes saymışlar, üzerine and bile içmişlerdir. Arapların "hakiki Türk" dedikleri Hakanlı Türkler, kendilerini soy itibarıyla bir "demirci millet" olarak tanımışlar, hükümdarları demirciliği kutlamışlar ve demircilik sayesinde esaretten ve zulmetten kurtulduklarına inanmışlar, onlara Çinliler de Cucen (Avar)lerin demircileri demişlerdir. Gök Türk devletini kuran Bumin Kağan ile İstemi Kağan "demirci" idi. Özbek Türkleri'nin şahları arasında da demirciler vardır.
            Yukarıdan itibaren vermiş olduğumuz bu bilgiler ışığında Kürtleri Dahhak'ın zulüm ve esaretinden kurtaran Kava'nın da bir "demirci" olması, bu bakımdan önemlidir. Kava, sıradan bir demirci değil, tıpkı Gök Türkler'de olduğu gibi, demirden savaş araç ve gereçleri yapan bir sanatkârdır. Kava'nın kimliği hakkında Ferhengi Ziya/Gencine-i Güftar'da bu yönde bilgiler verilir. Bu isme ilk defa İranlı Firdevsi'nin "Şehnâme"sinde rastlanmıştır. Ondan önceki eserlerde bu isim yoktur. Şehnâme'de Kava'nın kimliği ve milliyeti hakkında hiçbir bilgi verilmediği halde bir takım Kürt kaynakları bu kahramanı sahiplenerek kendilerine uydurma bir tarih oluşturmaya çalışmaktadırlar. Ancak bu konuyla ilgili ilmî bilgiler de mevcuttur. Arthur Christensen'in öne sürdüğü iddia bir hayli ilgi çekicidir. Ona göre, Kava, Sasanîler (M.S. 226-642) döneminde ortaya çıkmıştır. Kava'nın adı bu devirde duyulmaya başlamış ve Dahhak Efsanesi'ne dahil edilmiştir. A. Christensen'in görüşü aslında bir gerçeği ifade etmektedir. Bu da şudur ki, Demirci Kava, Gök Türkler devrinde yaşamıştır. Bu bilgilere göre Demirci Kava'nın İran soyundan değil, Türk soylu bir kahraman olduğu ortaya çıkmaktadır. Kava, İran-Turan (Türk) savaşlarına sahne olan bir coğrafyada, zulme ve zorbalığa karşı direnen ve başkaldıran bir önderdir. Her iki destan da aynı coğrafyada kaleme alınmış, aşağı yukarı aynı asırlarda derlenmiş ve her ikisi de zamanın geçerli yazı dili olan Farsça ile yazılmıştır. Motifler hep aynıdır.
            Aslında, Ergenekon Destanı, çok daha gerilere dayanmaktadır. Hunlar devrindeki bazı Çin kaynakları Ergenekon Destanı'ndan haberler vermektedir. Bu bilgilere dayanarak Demirci Kava'nın yaşadığı devri Hun'lar çağı olarak düşünebiliriz. Hun Türkleri'nin bir kahramanı olarak Kava, Türk boyları ve kavimlerinin muhayyilesinde hep canlı olarak yaşamış ve unutulmamıştır. Bu düşünceyi kuvvetlendiren bir diğer kaynak ise Hunlara ait Oğuz Kağan Destanı'nda, "Tömürdü Kağul" adı ile karşımıza çıkan kahramanda şekillenir. Destana göre; Oğuz Kağan, Çürçet Kağan üzerine yürürken, yolda bir ev görmüştü. Bu evin duvarları altından, pencereleri gümüşten, çatısı ise demirdendi. Bu demir çatıyı ancak, Oğuz ordusundaki Tömürdü Kağul adlı bir "demirci" açmıştı. "Tömür", "demir", "tömürdü" demirci demektir. Tömürdü Kağul da, Demirci Kağul anlamındadır.
            Günümüze kadar gelebilmiş destan parçalarından hareketle Nevruz hakkında ortaya atılan iki görüşe rahatça cevap verebiliyoruz. Bu görüşlerden birincisi; Türklerde bahar bayramı (Nevruz), bilinebilen en eski zamandan beri Türklerin bayramıdır ve onlar vasıtasıyla bütün Asya'ya ve Avrupa'ya (Avrasya) yayılmıştır. İkinci görüş; bu bayram İran menşelidir, eski İran efsaneleriyle bağlantılıdır. Her iki görüşe Prof. Dr. Reşat Genç'in sözleriyle cevap vermek yerinde olacaktır: "Eğer İran'da da, Hunlarda olduğu gibi milattan önceki yıllarda Nevruz bayramı olsaydı, milattan sonra XI. yüzyıla gelmeden önceki İran metinlerinde de bunların izlerinin bulunması gerekmez miydi?"
            ...Avrasya'nın Ortak Bayramı Nevruz...
            Tabiat ile iç içe, kucak kucağa yaşayan, toprağı "ana" olarak vasıflandıran Türk'ün düşünce sisteminde "baharın gelişi" elbette önemli bir yere sahip olacaktır. Nevruz, Türk dünyasının kuzeyinden güneyine, batısından doğusuna kadar uzanan engin coğrafyada yaşayan toplulukların pek çoğu tarafından yaygın olarak kutlanan bahar bayramıdır.Bütün bayramların dinî ve millî bir inanıştan, o toplumu ilgilendiren ortak bir hatıradan, geleneklerden, duygulardan ve tabiatın insanlara tesir eden bir olayından doğduğuna inanılır.
            Tabiat ile iç içe, kucak kucağa yaşayan, toprağı "ana" olarak vasıflandıran Türk'ün düşünce sisteminde "baharın gelişi" elbette önemli bir yere sahip olacaktı. Çünkü insan vücudu, baharda uyarıldığı kadar kışta uyarılmaz. İç karartıcı, yeknesak günlerin ardından doğan hareketli, pırıl pırıl güneşli, kuş ve hayvan sesleriyle kurulmuş îlahî orkestranın musikisi insan hayatını canlandırır. Ayrıca ortaya çıkan rengârenk tablo kıştan bahara geçişi ne de güzel tasvir eder: "Bir yanda her tarafı kaplayan soluk, mat ve daha çok beyazın hakim olduğu renkler, diğer yanda yeşilin değişik tonları arasında baş veren binbir renk cümbüşü... Birisi hareketsiz, şekilsiz; diğeri kıpır kıpır, şekil şekil, çiçek çiçek... Kış, sağır ve dilsiz; ilkyaz duygulu, coşkulu, kulaklara fısıldadığı nağmelerle cazibeli... Birinde tabiat hayat dolu, diğerinde donmuş, yeniden doğmak üzere uyuşmuş kalmış...
            Genellikle Nevruz, yani Farsça "Yeni Gün" adını taşıyan bahar bayramı, insan ruhunun tabiattaki uyanışıyla birlikte kutladığı bir bayramdır. Böyle bir bayramın, yani mevsimlerin değişikliğinden doğan özel günlerin, başka başka adlar altında birçok milletin sosyal hayatında yer aldığı da bilinmektedir. Mesela, Hıristiyan âleminin dinî muhteva ile şekillendirerek ve Noel Baba sembolü ile karlar ülkesinden geyiklerin çektiği kızaklarla neşe ve ümitleri taşıdığı "Noel Bayramı" bunun farklı bir örneğini teşkil eder. Bu kutlamalarda yine bahara duyulan özlem "çam ağacı" motifi etrafında şekillendiriliyor. Aynı zamanda bir takvim değişikliğini de ifade eden bu kutlamalara baktığımızda Türk' ün kutladığı "bahar bayramı"nın da bir takvim değişikliğini yansıttığı görülüyor. Burada dikkati çeken husus "baharın başladığı zaman"dır. Türk, bu takvim değişikliğini "toprağın uyandığı gün" ile özdeşleştirmiştir. Kışın ortasında baharı kutlamaz. Türklerde bir tabiat, varoluş, diriliş bayramı niteliğinde olan Nevruz'un ruhî atmosferini ve eskiliğini anlayabilmek için kültürümüzün yıpranmış, tozlu ve pek okunmayan eski sayfalarına bir göz atmamız gerekiyor. Bu coşkuyu Türk kamları dualarında, niyazlarında şöyle ifade ediyorlar:
            "... Yüce Göktanrı'nın ilk defa gürlediği, yağız yer, altmış türlü çiçeklerle ilk defa bezendiği, altmış türlü hayvan sürülerinin ilk defa kişnediği ve melediği zaman sen (Türk'ün Atası) yaradıldın!" Bu sözler Türk'ün yaratılış felsefesinin, inancının, hayat tarzının ifadesidir. Bütün bayramların dinî ve millî bir inanıştan, o toplumu ilgilendiren ortak bir hatıradan, geleneklerden, duygulardan ve tabiattan doğduğundan bahsetmiştik. İşte millî bir bayram olan Nevruz da Müslüman olan ya da olmayan çeşitli Türk toplulukları arasında kamların dua ettikleri asırlar öncesinden günümüze kadar farklı farklı şekillerde, ama aynı ruhla hâlâ kutlanmakta. Bu bayram İslâmiyet'i kabul etmiş olan ilk Müslüman konar göçer Türk topluluklarında; sürgün avı, toy, şölen, yuğ vb. gibi İslâmiyet'le çatışmayan âdetlerden biri olarak devam edegelmiştir. Böylece bu ananeler günümüz Türk dünyasına ortak kültür mirası olarak intikâl etmişlerdir. Gelenekler, tarihini kesinlikle tespit edemediğimiz dönemlerden kalmadır. Neden, niçin, nasıl gibi sorular sorulmadan atadan oğula kalmıştır. Gelenekler bu özelliğiyle millet bağını güçlendiren en önemli unsurlardan biridir. Baharın gelişinin kutlandığı bugün de böyle bir gelenektir.
            Nevruz, çeşitli kültür çevrelerinde, farklı etnik gruplarda farklı bir muhtevaya ve anlama sahip olmuştur. Kültürler arasındaki iletişim sonucunda çeşitli kültürlere girmiş ve benimsenmiştir. Eldeki tarihi kaynaklardan hareketle en eski Türk adetlerinden, bayramlarından biri olduğu kesinleşmiştir. Yeni yılın başlangıcı, yenilik, coşku, canlanma gibi nitelikler hiç değişmeden günümüze kadar yaşadığı uçsuz bucaksız coğrafyalarda görülmektedir. Çin kaynaklarından Kutadgu Bilig'e, Kaşgarlı Mahmud'dan Bîrûnî'ye, Nizâmü'ı Mülk'ün Siyasetnâme'sinden Melikşah'ın takvimine kadar, Akkoyunlu Uzun Hasan Bey'in kanunlarına kadar gelen bir çizgide Nevruz ile ilgili kayıtlar eldedir. Diğer taraftan Sivas hükümdarı Kadı Burhaneddin Ahmed, Safevi Türkmen Devletinin kurucusu Şah İsmail (Hataî), Osmanlılarda Sultan I. Ahmed ve Sultan Dördüncü Murad gibi hükümdarların, Mustafa Kemal Atatürk'ün; din adamlarımızdan Kazasker Bâki Efendi ve Şeyhülislam Yahya Efendilerin, şairlerimizden Kuloğlu, Pir Sultan Abdal, Kaygusuz Abdal, Şükrü Baba, Hüsnü Baba, Fuzulî, Nev'î Efendi, Nef'î, Nedim, Hüseyin Suad ve Namık Kemal gibi şairlerimizin Fatih devri vezirlerinden Ahmed Paşa'nın; büyük Azeri şairi Şehriyar'ın ve büyük Türkmen şairi Mahdumkulu'nun uzun bir tarih boyunca Nevruz bayramının gelişini "Nevruziye" veya "Bahariye" denilen şiirlerle kutladıklarını da biliyoruz.
            Ayrıca Nevruz'un Türk musikisinin en eski mürekkep makamlarından biri olarak da kültürümüzde yedi yüzyıldan fazla bir maziye sahip olduğunu da biliyoruz. Bu makam ilk defa Urmiyeli Safıyûddîn Abdulmü'mîn Urmevî (1224-1294) tarafından kullanılmıştır. Bu şekilde elimizde yirminin üzerinde makam bulunmaktadır. Nevruz geleneği ne Sünnilikle, ne Alevilikle, ne Bektaşilikle doğrudan doğuş bağlantısı olmayan, İslâmiyetten çok öncelere giden bir gelenektir. Yani bir dinin veya mezhebin bayramı değildir. Bu yüzden de herhangi bir şekilde bir mezhep adına, bir din adına, bir etnik menşe adına bağlı gösterilmesi, istismar edilmesi bir ayrılık unsuru olarak takdim edilmeye çalışılması yanlıştır. Tarihin ve kültürün bütün gerçeklerine aykırıdır.
            1990 yılında bağımsızlıklarını ilan eden Türk Cumhuriyetleri'nde Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Azerbaycan ile Rusya Federasyonu bünyesindeki Tataristan 21 Mart Ergenekon/Nevruz Bayramı'nı "Milli Bayram" olarak ilan etmişlerdir. Bu günün coşkuyla kutlanmasına büyük önem vermektedirler. Türk kültüründen kaynaklanan Ergenekon/Nevruz bayramı, her yönüyle Türk gelenek ve görenekleriyle zenginleşmiş ananevi ve temeli beş bin yıllık Türk tarihine dayalı milli bir bayramdır. Türkiye'de de 1991 yılında Türk Dünyası ile birlikte ortak bir gün olarak resmi tatil olmaksızın bayram ilan edilmiştir.
            Nevruz; Türk insanını birbirine kenetleyen, bağlayan, Ergenekon'dan demir dağları eriterek dirilen atalarının ruhlarıyla yanan bir ateştir. Bu ateş, hiç sönmeden binlerce yıl yandı ve gelecekte de kıvılcımlarından binlerce gönlü tutuşturarak "ortak kültür ocağı"nda binlerce ruhu ısıtacaktır. Avrasya'nın ,Türk âleminin Nevruz toyu kutlu olsun,Nevruz gülleri geleceğe umutlar taşısın
            OSMANLILAR'DA NEVRUZ GELENEĞİ
            Türkler tarafından çok eski tarihlerden itibaren kutlanan ve genelde Yeni Gün olarak adlandırılan Nevruz, Osmanlılarda da bahar bayramı ve yeni yılın başlangıcı olarak kutlanmıştır. Zira 21 Mart gece ile gündüzün eşit olduğu ve bundan sonra gündüzün uzayacağı gün dönümüdür. Bu anda bahar başlar ve 92 gün 20 saat, 4 dakika ve 27 saniye sürer ve yaza ulaşır. Nevruz, inanışa göre baharın ilk günü ve yıl başıdır. Takvimler hep Mart'tan başlar. Bu sebeple Osmanlılarda malî yıl başlangıcı Nevruz olarak alınmıştır ve hemen bütün kanunnâmelerde verginin ilk taksidinin toplandığı andır. Bu durum Cumhuriyet döneminde de 1980'li yıllara kadar malî yılbaşı olarak devam etmiştir.
            Türklere ait olup, dünyanın en doğru takvimlerinden olan ve Sultan Melikşah zamanında hazırlanmasından dolayı, unun lâkabı Celâlüddevle'den dolayı Celâli Takvimi denilen takvimin başlangıç günü de Greenwich zamanına göre 21 Mart (15 Mart 1079) olarak alınmıştır (hicrî 9 Ramazan 471 Cuma). Bu tarih Osmanlılarda "Nevruz-ı Sultanî" veya sadece "Nevruz" olarak adlandırılmış ve kanunnâmelerde: "... resmin nısfı nevruz-ı sultanî'de ve nısf-ı aharı son güz ayının evvelinde alına" hükmüyle verginin ilk taksidinin alındığı zaman olmuştur. Bu şekil Osmanlı devletinin hemen bütün sancak kanunnâmelerinde görülür. Bu kanunnâmelerde Nevruz, "mevsim-i evvel bahar nevruz" şeklinde belirtilmiştir. Bugün Anadolu'nun bazı yörelerinde Nevruz-ı Sultanî Mart 9'u olarak bilinir.
            Osmanlılar tarafından Nevruz-ı mübârek olarak da adlandırılan Nevruz sayılı günlerden biri olarak kutlanmış, güneşin Koç (=Hamel) burcuna girdiği ilkbahar ılınımı anına Nevruz denilmiştir. Yeni yılın başlangıcı olarak kabul edilen bu günde eğlenceler tertib edilir, sarayda olduğu gibi halk arasında da eczahanelerde yapılan ve Nevruziye denilen macun rağbet görür, en azından bunu elde edemeyenler tarafından tatlı yenirdi. Bu macundan yemenin kuvvet ve şifa verici bir tesiri ve kendi usul ve an'anelerine göre bunları kaynatıp suyunu içerler ve yüzlerini yıkarlardı.
            Saray haricinde Nevruz'dan birkaç gün önce eczacılar, kulplu küçük çay bardaklarına veya fincanlara, terkibi kendilerince bilinen bir macun doldurup, tanıdığı müşterilerine ve mahallenin kibar ve zenginlerine gönderirlerdi. Bu hediyeleri alanlar, buna karşılık çoğunlukla bir gümüş Mecidî bahşiş verirler ve eczacı çıraklarını sevindirirlerdi. Eczacıdan gelen Nevruziye ve yedi sin (=heft sin), yani arapçadaki sin harfiyle başlayan süt, simit, sukker, sa'lep, sirke (sir), soğan, semek (balık) veya sefercil (ayva) bir tepsiye konulup evin efendisi önüne getirilir, evde mevcut olanlar da tepsinin etrafına iki diz üstünde otururlardı. Evin efendisi herkesin önünde bu malzemelerden birer fincan veya tabak ile herkese dağıtır ve gün dönümü saati geldiği vakit, buyurun hitabıyla önce macundan, sonra diğerlerinden birlikte alınır, evin efendisi senenin saadetle geçmesi için uzunca bir dua yapar, eller öpülür ve merasim sona ererdi. Macun yenir yenmez üstüne su, gül veya limon şerbeti içilmesi âdettendi.
            Her sene yılbaşı olan Nevruz'da veziriâzamla vezirler, eyâlet valileri ve belirli bazı devlet adamları tarafından padişahlara Hediyye-i Nevruziye adıyla donanmış atlar, murassa silahlar, pahalı kumaşlar vesâir hediyeler verilirdi. Bu nev'iden armağanlara Divân-ı Lügati't Türk'de "artut" denilmiştir. Veziriâzamların Nevruziye Pîşkesi adıyla verdikleri hediyelere bir örnek olmak üzere, ilk Osmanlı vak'anüvisi Mustafa Naimâ Efendi'nin Tarihinde yer alan ve İpşir Mustafa Paşa'nın IV. Mehmed'e takdim ettiği hem Nevruz ve hem de sadarete tayini ile ilgili şu bilgiler verilmektedir. "... Vezir, kanun üzere Nevruziye pîşkeşi ile sadâret cem' edip birden irsâl eyledi. Birsemend ve iki gaburlevn at ki üçünün dahi dünyada nazîri bulunmaz. Serâpâ cevâhir ile âreste zeheb-i ahmerden (kızıl altın) ma'mûl raht ve rikâb ve gaddâre ve topuz vesâir zer-dûz bisât ile müzeyyen idi vesâir ecnâs-ı tuhaf ve tarâyif-i gûnâgûndan boğçalardan ma'ada bir araabada yüz keselik filori ve kuruş gönderdi; Vâlide hazretlerine yirmi keselik kadar pîşkeş irsâl edip...".
            Nevruz'da ayrıca her sene birinci mirahur tarafından takdimi kanun olan "rikâbiyye pîşkesi" dolayısıyla birinci ve ikinci mirahur, büyük ve küçük ahur kethüdaları, arpa rûznamçecisi, arpa kâtibi, sarraçlar kâtibi, mirahur-ı evvel kethüdası ve kâtibi gibi has ahur erkânına hil'atler giydirildi.
            Hekimbaşılar her sene Nevruz'da çeşitli terkiplerden Nevruziye ismi verilen kırmızı renkli ve kokulu bir macun yaparak Nevruz gecesi bunları porselen kaplar içerisinde önce padişah, şehzade ve sultanlara, kadın efendilere, veziriâzama ve devlet ricaline takdim ederler, buna karşılık çeşitli hediyeler alırlardı. Nevruziye takdim eden hekim başıya padişah huzurunda kürk giydirilmesi usuldendi. Yukarıda da belirttiğimiz gibi kırmızıya çalar koyu renkte, ağızda cıtır cıtır ses çıkaran ve şekerlenmiş reçele benzeyen Nevruz macununun sarayda yapılanı 40 çeşit maddeden meydana gelirdi. Bu konuda yapılan araştırmalarda bu kırk çeşit madde içerisinde; karanfil, yeni bahar, zencefil, kalanga (=zulumba), kara biber, kırem tartar, kişniş, havlican, kebabiye, hindistan cevizi, anason, hıyar-ı şenbih, sakız, zahferan, tarçın, udü'l-kahr, çöp-i çin, hardal, mirr-i sâfî, iksir, çivid, meyan balı, kalem-i bârid, tiryak, sarı halile, râziyâne, kimyon, zerdecav, tarçın çiçeği, hindistan çiçeği, çörek otu, dâr-i fülfül, râvend, limon tuzu, kakule, sinameki, vanilya, portakal kabuğu, topalak kökü ve şeker yer almaktadır.
            Nevruziye macunu konan kâselerin kapakları kurdalelerle bağlanır, kurdaleler arasına, günün hamel yani koç burcuna hangi saat, hangi dakika ve hangi saniyede gireceğinin yazıldığı bir de kağıt iliştirilirdi. Buna Nevruziye kulağı denirdi. Nevruz macununun değişik terkiplerinin çok sayıda hastalığa iyi geldiğine inanılırdı. Bunlardan, kalp ve dimağ arızalarını giderme; mide fesadı, hazımsızlık, yemek rahatsızlıkları, ishal, ağız ağrısı (aft), dizenteri, taun ve veba hummaları; mesane, böbrek ve bağırsaklardaki yaralar, şişler, iltihaplar; akıl ve vücudun kuvvetini arttırma, kalbe ve ruha kuvvet verme gibi olanları belli başlılarıdır.
            Bu bilgilerden sonra şüphesiz akla hemen Manisa Mesir Bayramı gelmektedir. Osmanlı Türkleri dönemine ait Nevruziyenin halk tarafından en bilineni ve geleneksel olarak XVI. Yüzyıldan itibaren aksaksız kutlananı budur. Halk arasında Nevruz'la alâkası unutulmuş olan ve bugün de hâla devam eden bu törenlere, şifa bulmak için pek çok vatandaşımız iştirak etmektedir. Bu gelenek rivâyetine göre XVI. Asır başlarında mutasavvıf hekim Merkez Musluhiddin Efendi tarafından başlatılmıştır. Burada hazırlanan macun 61 değişik maddeden yapılmakta idi.
            Hekimbaşılardan başka müneccimbaşılar da her yıl tertip ettikleri padişah ve veziriâzama takdim ederek, karşılığında Nevruziye ismiyle hediyeler alırlardı. Padişahlar XVII. Asırda bin akçe, XVIII. Asır ortalarında ise altı bin akçe (gümüş para) atıyye verirlerdi. Müneccimbaşıların XX. Yüzyıl başlarında sadrıâzama takdim ettikleri takvim sebebiyle arkasına erkân bir samur kürk giydirildiği ve beşyüz kuruş hediye edildiği kaynaklarda yer almaktadır. Ayrıca Nevruz âdetleri arasında Yeniçeri Ağası'nın vükelâya yemek vermesi de yer alırdı. Bu ziyâfet sırasında misafirlere şekerli, baharattan yapılmış macun ikram edilirdi. Osmanlı Divan edebiyatı şâirleri, Ramazan bayramı, bahar ve kış mevsimlerinde olduğu gibi Nevruz'da da câize almak için büyüklere kaside sunmuşlardır. Bu türden kaside ve gazellere "Nevruziyye" denmektedir. Nevruziyye'ye örnek olmak üzere Nef'î'nin gazelinden bir beyt sunmak istiyorum:
            "Erişdi bahâr oldu yine hemdem-i nevruz
            Şâd etse nola dilleri câm-ı Cem-i nevruz"
            Yine birçok örnekten biri olarak Râmi Paşa'nın oğlu Refet Bey'in, Damat İbrahim Paşa'ya yazdığı Nevruz redifli kasidesinden de birkaç dörtlük arz ediyorum:
            "Hayat-ı taze verüp dehre makdem-i nevruz
            Hoşâ irişti meşâmm-ı deme dem-i nevruz
            Dağıttı leşkeri sermâyı sahn-ı gülşenden
            Kurunca bârgâhın şâh-ı ekrem-i nevruz
            Açıldı bahtı yine siyah-ı dilin
            Olup karîn-i atâya-yı hürrem-i nevruz
            Harîm-i bağ o kadar cilverîz-i şevk olmuş
            Ki görse bâğ-ı Behişt ola mahrem-i nevruz"
            XVI. yüzyılın Alevî-Bektaşî sâirlerinden Pîr Sultan Abdal da Nevruziyyesinde şöyle diyor:
            "Sultan Nevruz günü canlar uyanır
            Hal ehli olanlar nura boyanır
            Muhib olan bu gün ceme dolanır
            Himmeti erince Nevruz Sultan'ın
            Âşık olan canlar bu gün gelürler
            Sultan Nevruz günü birlik olurlar
            Hallâk-ı cihandan ziya olurlar
            Himmeti erince Nevruz Sultan'ın"
            Nevruz'un Osmanlılardan başka çağdaşı olan Memlüklerde de aynı şekilde mâli yıl başlangıcı ve baharın ilk günü olarak kutlanıldığı görülüyor. Nitekim Sultan Kayıtbay kanununda resm-i hane'nin Nevruz-ı Sultanî'de alınması hükmü bulunmaktadır. Yine bir Türk devleti olan Safevîlerde de Nevruz'un kutlandığı III. Ahmed döneminde elçilikle İran'a gönderilen Dürrî Efendi'nin "Sefaretnâme"sinde kaydediliyor. Sefaretnâme'de bununla ilgili olarak:
            "Birkaç gün sonra Nevruz-ı Sultanî hulûl edüp, anlar nevruza gayet itibar ve ıyd-i ekberdir deyu tesmiye edüp, ıyd-i ramazan ve ıyd-i edha'dan hâşâ mükerrem ve eşrâf olmak üzere itibar ederler imiş. Hangi ayda vâkı' olsa, ol ayın nihayetine dek zevk u şevkle âlâ, ednâ ve zükûr ve inas ve nisvanı sürûr ve şâdmanî ederler. Evvelâ tahmil-i şems saatinde bilcümle vüzerâ ve âyân-ı devlet Şah'ın meclisine da'vet ve hâzır ve Şah'ın önüne beşyüz-bin mikdarı meskûk altın korlar. Şah dahi eli ile ol altını karışdırıp bir kabza alıp, iptidâ vezire verüp sonra bilcümle huzzâr-ı tevzi' edüp Şah'ın eli dokunmuşdur deyu halk birbirine teberrük deyu ihdâ ederler. Bu kulunuzu tahvil gecesi da'vet ettiler, i'tizâr edüp gitmedim" şeklinde ordaki kutlamalara yer vermiştir.
            Osmanlıların son zamanlarına kadar Nevruz an'anesinin devam ettiği çeşitli kaynaklardan öğrenilmektedir. Öyle ki eski cep takvimlerinde Nevruz: "Nevruz-ı Sultanî-i meymenet âsâr ve evvel-i mevsim-i bahar ve tesâvî-i leyl ü nehâr" ifadesiyle yer almıştır. Osmanlılarda Nevruz'dan önceki üç Cuma günü de kuru yemiş bayramı olarak kutlanmıştır. Zira Nevruz'dan sonra tazelerin çıkacağı düşünülerek, kuru yemiş satan esnafın elinde kalıp zarar etmemeleri maksadıyla, kalanların elden çıkarılması hedeflenmişti. Bunun için bu bayram üç hafta sürerdi. Böylece kuruyemiş esnafının sonraki seneye zarar etmeden girmesi sağlanırdı.
            XX. yüzyılın başına kadar geldiği tespit edilen Nevruz kutlamaları, bu devirden sonra hissedilir biçimde diğer bazı geleneklerimiz gibi ortadan kalktı. Bugün halkımızın büyük çoğunluğu tarafından bilinmiyor, bilenler arasında ise yanlış yorumlanıyor. Kültürel değerlerimize duyarsız kalışımızın bugün birlik ve bütünlüğümüzün sarsılmasında son derece etkili olduğu malûmunuzdur. Bunun için, Dede Korkutumuzu, Yunus Emremizi, Hacı Bektâş-ı Velimizi, Âhi Evranımızı, Hacı Bayram-ı Velimizi, Karacaoğlanımızı, Dadaloğlumuzu, Fuzulîmizi, Mehmet Âkifimizi, Bayrağımızı, Vatan mefhumunu ve Nevruz gibi Türklüğün en eski devirlerinden itibaren gelen örf ve âdetlerimizi, birilerinin oynadığı oyunlardan dolayı hatırlamayalım, gerektiği için hatırlayalım, kutlayalım.
            Saygılarımla.
            Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU
            TÜRK DÜNYASI'NDA NEVRUZ ...
            TÜRKİYE
            Nevruz Bayramı'nın Türkiye'deki geleneksel uygulamalarından bazı örnekler;
            Mersin-Silifke bölgesindeki Toros Türkmenlerinde "Mart İpliği" adı ile bilinen Nevruz'da ağaçlara bez bağlanır. Nevruz günü yaylalara çıkılır. Yayla evlerinde bulunanlar gelen misafirleri evlerinde ağırlarlar. Gelen grup silah atarak gelişlerini bildirirken yayladakilerin başkanı buna bir el silah atarak cevap verir. Daha sonraki karşılıklı silahlar atılır ve birbirlerine "Nevruzunuz Kutlu, Dölünüz hayırlı ve bereketli olsun" temmennisinde bulunurlar. O yıl 20 kuzu veya oğlağı olan sürü sahibi bir kurban keser ve orada pişirilerek yenir.
            Tahtacı Türkmenlerinde Nevruz "Sultan Nevruz" adı ile anılır, eski takvimle (Hicri) Mart ayının 9 unda kutlanarak yaylaya çıkılır. Bununla ilgili olarak halk arasında "Mart Dokuzundan sonra dağlar misafir alır" deyişi söylenir. Bugün herkes yeni elbiselerini giyip, süslenerek mezarlıkları ziyaret ederler.
            Gaziantep ve çevresinde 22 Mart gününe sultan Navruz adı verilmektedir. Halk arasındaki inanca göre sultan Navruz güzel bir kızdır ve 21 Mart'ı 22 Mart'a bağlayan gece batıdan doğuya doğru göç eder, bir başka inanca göre ise kuş kılığında uçan bir derviştir. Nevruz gecesi Sultan Navruz'ın geçtiği saatte uyanık olanların bütün dileklerinin gerçekleşeceğine inanılır.
            Malatya'nın Arguvan ilçesinin bazı köylerinde halk Nevruz'u "Kış Bitti Bayramı" olarak kutlarlar.
            Ağrı ve çevresinde o gece gençler bir dilek tutarak kapıları dinleyip, içerdeki konuşmaları yorumlayarak niyetlerinin tutup tutmayacağını anlamaya çalışırlar.
            Bir başka uygulama, bekar bir delikanlı o akşam "tuzlu gıllık" denilen, tuzlu hamurdan yapılmış bir çöreğin yarısını yer ve su içmeden yatar. İnanışa göre, rüyasında kendisine su veren kızla evlenecektir. Ertesi gün çöreğin diğer yarısını evin damına veya bacasına bırakır. Gelen bir karga çöreği kapıp hangi evin damında yerse o evin kızıyla evleneceğine, karga hiçbir evin damına konmayıp, uzaklaşırsa, uzaklardan biriyle evleneceğine inanılır.
            Kars civarında akşam bir evde toplanan genç kızlar ve erkekler, küçük bir çocuğu su almaya gönderirler. Çocuk hiç konuşmadan ve arkasına bakmadan bir kova su getirir. Kovanın içine orada bulunanları temsilen renkli iplik ve iğneler atılır. Birbiriyle birleşen iğne ve ipliklerin sahiplerinin birbirleriyle evleneceklerine inanılır.
            Tunceli çevresinde; bu gün erkekler alınlarına kara sürerek su kaynaklarına giderler. Bu karaları orada temizleyerek dua ve nizayda bulunurlar. Bunun yanında kötülük ve sıkıntılardan kurtulma dileği taşıyan, farklı uygulamalara da rastlanmaktadır.
            Iğdır ve çevresinde 19 Mart'ı 20 Mart'a bağlayan gece kız ve erkekler Tanrıdan bir dilek dileyerek akarsuda yıkanırlar ve en az üç defa suya dalıp çıkarlar. Sabah erken kalkılarak taze su içilir, hayvanlara da taze su verilir.
            Halk yeni elbiseler giyer ve bayram namazından sonra kaynamış yumurta tokuştururlar.
            Evinden yeni cenaze çıkanlar dahi bayrama katılmak zorundadır. O gün yas tutmak günah sayılır.
            Giresun'da "Mart Bozumu" adıyla 14 Mart'ta kutlanan Nevruz'da o gün sabah erkenden kalkılarak çevredeki akarsulardan su getirilip, hayvanların üzerine serpilir.
            Edirne'de 22 Mart günü yapılan sultan Nevruz eğlencelerinde eski hasırlar yakılıp "Mart içeri Pire Dışarı" diyerek üzerinden atlanır.
            Kırklareli'nde Nevruz "Mart Dokuzu" adıyla kutlanmakta olup, o gün halk boyalı yumurtalar börekler, lokma gibi yiyeceklerle kırlara giderek bu yiyecekleri yerler ve eğlenirler.
            İzmir Urla'da Nevruz "Mart Dokuzu Şenlikleri", Tire'de "Sultan Nevruz Bayramı", Uşak'ta ise "Yıl Yenilendi" gibi adlarla kutlanmaktadır.
            Ülkemize ilişkin geleneksel Nevruz uygulamalarını sayılan bu örneklerle sınırlamak Anadolu'daki Nevruz kutlamalarının alanını daraltmak ve sınırlamak anlamına gelir. Verdiğimiz örnekler mevcut uygulamaların sadece küçük bir bölümünü oluşturmaktadır.
            KAZAKİSTAN
            Kazaklar Nevruz törenlerinde mevlid okuturlar. Evler baştan başa temizlenir, herkes en iyi elbiselerini giyer. Nevruz törenleri sırasında ev duvarlarına vea çeşitli eşyalar üzerine kil kaplar atılarak parçalanır. Ateş üzerinden atlanır. Ateşten atlamaların eski yılın kötülüklerinden ve hastalıklarsan sıyrılmak, yeni yıla iyi bir şekilde girmek için yapıldığı ifade edilmektedir. Kazaklar Nevruz'da yaptıkları yemeğe "Nevruz-köcö" adını verir. Nevruz çorbası veya lapa adı verilen başka bir yemek de yaparlar ki, bunları o gün komşulara dağıtırlar.
            Kutlamalar bu yıl Almaata'da 19 Mart günü resmen başlatılacak ve 30 gün sürecektir. 21 Mart günü resmi tatil ilan edilmiştir. Kutlamalar süresince bir festival havası için sergiler, kültürel etkinlikler düzenlenecek, diğer ülkelerin kardeş şehirleri bu fırsattan yararlanarak kendi kültür ve sanat etkinliklerini sergileyeceklerdir.
            AZERBAYCAN
            Azerbaycan’ da Nevruz üç gün sürmektedir. Her yıl Mart ayının 21-23 üncü günleri bayram büyük törenle kutlanır. Nevruz’ dan sonraki en önemli gün ahır çerşenbe/son çarşamba’ dır. Bu güne “ılin ahir tek tek” günü de denir. Bayram ayı içindeki dört haftanın çarşamba günleri de önemlidir. Buna “üskü“ denilmektedir. Ahir çerşenbeden önceki salı günü mezarlığa giden erkekler Fatiha okuyup dönerler. Kadınlar ise mezarlığa, hazırladıkları helva, pilav ve daha başka yiyecekler ile gitmektedir. Kur’an-ı Kerim’ in okunması, Fatihaların ardından yemekler fakirlere dağıtılıp, 1-2 saat sonra mezarlıktan ayrılınır. Kabir-üstü uygulaması da sona erer.
            Azerbaycan’ da salıyı çarşambaya bağlayan gece ahır-çerşenbedir. Ahir çerşenbede yapılması gerekli işlerin başında evin, eşyanın, kap kacağın yıkanması adetinin yanısıra, en az yedi yemişten oluşan “yeddilevin” gecesi yapılmaktadır. “Gapı pusma” adeti gençlerin niyet olarak komşu kapılarını dinlemeleri ile ilgilidir. İlk duyulan söz yeni yılın lehine veya aleyhine yorumlanmasına neden olur.
            Ahır çerşenbenin diğer bir adeti de “suya yüzük atma” oyunudur. Odanın ortasına su dolu leğen getirilir. Leğenin etrafını saran kızlar yüzüklerini leğenin içine atarlar. Üstü bezle örtülü leğenden, kızlardan birisi bayatı söyleyerek leğenin içinden yüzük çıkarır, çekilen yüzük kime aitse bayatı da onundur.
            Su-başı adetleri : Ertesi gün doğmadan su kaynağına gidilir. El yüz yıkanır. Kızlar iki ellerinin başparmaklarını ip ile bağlayarak, suyun üzerinden atlarlar. Daha sonra parmaklarındaki ipi keserek suya atlarlar. Böylece kısmetlerini açarlar.
            Su başına gidenler, kaynağın gözünden yedi küçük taş alarak, su kabının dibine koyarlar. Bu taşlar, bir dahaki ahır çerşenbeye kadar kabın dibine kalır. Su dönüşü üç böğürtlen dalı, koparılarak eve getirilir. Bunlar da bir sonraki ahir çerşenbeye kadar takıldığı yerde kalır.
            Nevruz’ dan bir gün öncesine baca-baca denir. Çeşitli renklere boyanmış, suda pişirilmiş yumurtalar kapı kapı dolaşan çocuklara verilir. Çocuklar bu gün gruplar halinde dolaşarak;
            Nevruz, nevruz bahara
            Güller güller nahara
            Bağçamızda gül olsun
            Gül olsun bülbül olsun
            şeklinde bayatılar, maniler söylerler. Çocuklar yeşil alanlarda boyalı yumurtalar ve aşıklarla oyun oynarlar.
            Baca-baca gününün gecesi bacadan şal atma adeti görülür. Akşam üzeri yine tongalar takılır, üzerinden atlanır, gece olunca çocuklar uçlarına uzun ip bağlı heybeleri, hısım ve akrabalarının bacalarından sallandırırlar. Gençler bellerine bağladıkları şalları sarkıtırlar. Ev sahibi şalı sarkıtan tahmini kişi için en uygun armağanı şala bağlar.
            Yeddi-levin gecesinin sabahında bir ağaca kalın bir iple küften (salıncak) asılır. Genç kızlar ve delikanlılar sıra ile sallanır. Bu oyuna küfdibi, küfyeli gibi adlar verilir.Bayram günü erkekler ve kadınlar, ayrı ayrı toplanarak bayramlaşırlar. Bu gün yas tutulması günah sayılır. Evler dolaşılarak şeker, pirinç, yumurta vb. yiyecekler fakirlere dağıtılır.
            TÜRKMENİSTAN
            Türkmenistan’ da Nevruz Bayramı, resmi tatil ilan edilen 21 Mart günü ülke çapında çeşitli tören ve şenliklere Cumhurbaşkanı Niyazov da katılmıştır.
            Halk Nevruz gününü ülkemizdeki dini bayramlara benzer bir şekilde geçirmekte, karşılıklı ev ziyaretleri yapılmakta, tebrik mesajları gönderilmektedir. Nevruz kutlamaları basın yayın organlarında geniş bir şekilde yer almaktadır.
            Nevruz; Karapapaklar’ da Nevruz, Kırım Türkleri’ nde Navrez, gündönümü; Batı Trakya Türkleri’ nde Mevris, Makedonya ve Kosova Türkleri’ nde Sultan-ı Navrız adlarıyla kutlanmaktadır.
            ÖZBEKİSTAN
            Özbekistan'ın Semerkand, Buhara, Andican, taraflarında Nevruz törenleri Nevruz günü başlamakta ve bir hafta devam etmektedir. Halk bu Nevruz eğlencelerine "Seyil Eğlenceleri" adını vermektedir. Seyil Yerleri dönme dolaplar, çalgıcılar, beççeler, seyyar satıcılarla dolar. Nevruzun birinci günü halk çadır çadır gezerek birbirlerinin bayramını kutlar. Bu ziyaretler sırasında ikram edilen yemek "aş" adı verilen pilavdır. Ayrıca çay ve çeşitli meyveler de sunulur. Köpkari, güreş at yarışları ve horoz döğüşleri gibi spor gösterileri düzenlenir.
            Nevruz kutlamaları bir hafta süre ile devam etmekte, okullarda sergiler açılmakta, seminerler düzenlenmektedir. Basın ve yayın organları bayramı en geniş bir şekilde yansıtmaktadır. Bu yıl önceki yıllardan farklı olarak Bakanlar Kurulu kararıyla, Başbakan başkanlığında nevruz bayramı kutlama komitesi oluşturulmuştur. Bu yıl yapılacak kutlamalar sırasında çok çocuklu ailelere, huzurevlerine ve yoksullara barındırma yurtlarına yardım yapılması da kararlaştırılmıştır.
            TACİKİSTAN
            Tacikistan’ da Nevruz Mart ayının başından, 21 Mart gününe kadar baharın gelişini ve tabiatın canlanmasını karşılamak amacıyla kutlanmakta olup, 21 Mart resmi tatil olarak ilan edilmiştir. Nevruz’da yenilen Ş harfi ile başlayan 7 yiyecekten süt; temizliği, tatlı; yaşama sevincini, şeker; serinlik ve dinlenmeyi, mum; ateşe tapınmayı, tarak; kadının güzelliğini temsil eder. İslamiyetten sonra islami geleneklere göre Ş ile başlayan 7 nesne bunların yerini almıştır.
            Ayrıca Nevruz Bayramında konserler verilmekte, geçit merasimleri ve spor müsabakaları düzenlenmekte, sokaklarda pazarlar kurulmaktadır. Düzenlenen etkinliklere ve televizyon geniş şekilde yer vermektedir.
            AFGANİSTAN
            Afganistan’ da Nevruz, Türkler arasında doğum günü olarak kutlanmaktadır. Bu gün herkes en yeni elbiselerini giyerler, kabir ve akraba ziyaretleri yapılır, güreş tutulur ve oğlak oyunu oynanır. İnsanlar arasındaki dargınlıkların kaldırılmasına çalışılır. Yeni yıla nasıl başlanırsa, yılın öyle geçeceğine inanılır
            Nevruz'un Türk Dünyasındaki İsimleri
            Türk dünyasında, Hunlardan bazen farklı isimlerle günümüze kadar ulaşan tabiatın ve millî uyanışın birleştirilmesi anlamını taşıyan Nevruz (Yeni Gün) şenliklerinin şu isimlerle kutlandığı biliniyor:
            Nevruz, Navruz, Novruz, Sultan-ı Nevruz, Sultan-ı Navrız, Navrez, Nevris, Naorus, Novroz, Navrıs Oyıx, Nevruz Norus, Ulustın Ulu " Küni, Ulusun Ulu Günü, Ulu Kün, Ergenekon, Bozkurt, Çağan, Babu Marta, Kürklü Marta, İlkyaz Yortusu, Yeni Gün, Yengi Kün, Yeni Yıl, " Mart Dokuzu, Mereke, Meyram, Nartukan, Nartavan, Isıakh Bayramı, Altay Ködürgeni, Bahar Bayramı, Yörük Bayramı, Mevris
            NEVRUZ ATEŞİ
            Beşbin yıl geçmişten kopan yıldırım,
            Karanlıgı söker Nevruz ateşi.
            Urumçi , Semerkant ,Karabag , Kırım,
            Tüm Turanda çakar Nevruz ateşi..
            Karların gevşeyip eridigi gün
            Yaylayı çimen bürüdügü gün
            Tohuma hayat yürüdügü gün
            Bahar yeli kokar Nevruz ateşi.
            Alevini Türk ruhundan alarak
            Eritecek zayıf yeri bularak
            Ergenekon daglarını delerek
            Hürriyete çıkar Nevruz ateşi.
            Töreler soyumun milli tapusu
            Töresiz dagılır Türkün yapısı
            Destanlar devrinin masal kapısı
            Bizi sarıp çeker Nevruz ateşi.
            Öz malıdır kendini Türk görenin
            Gönlünü Türk birligine verenin
            Türk tugunu zirvesine Turanın
            Alevlerle diker, Nevruz ateşi.
            Destandır, söylenir ozan dillerde,
            Umut ışıgıdır esir illerde
            Beşbin yıl geçmişi, Türk gönüllerde,
            Nakış nakış dokur, Nevruz ateşi.
            Teselli edelim gönlü ezigi,
            Bilelim Nevruzda feyli bozugu,
            Satılmış haini kahpe tuzagı,
            Toy dügünle yakar Nevruz ateşi.
            Yansın dört yanda, ateşler yansın,
            Davullar çalınsın, halaylar dönsün,
            Ayrılık, ihanet ateşi sönsün,
            Yurda birlik eker, Nevruz ateşi.
 

 
TÜRK DESTANLARI'NDA NEVRUZ
Destanlar, milletlerin din, fazilet ve millî kahramanlık maceralarının şiirleşmiş hikâyeleridir. Destanlar, bir milletin bütün varlığını ifade ederler. Gerek tarih, gerek fikir ve sanat bakımından büyük değer taşırlar. Destanlar tarihi aydınlatarak fikir ve sanat hayatına kaynak olurlar. Tarihleri bilinemeyecek kadar eskilere uzanan milletlerin ilk çağlarını bize bir takım mitolojik menkıbeler halinde anlatırlar. Bunlar gerçek olmasalar, hatta gerçeğe uymasalar bile, milletlerin kendi millî mazileri hakkında neler bilip neler düşündüklerini haber vermek bakımından önem taşırlar. Ancak destan, tarih demek değildir. Kökü tarihe dayanan, ilhâmını tarihten alan bir halk edebiyatı verimidir. Bazı milletler, millî mizaçları gereğince, destanlarında tarih gerçeklerinden uzaklaşmaz ve halk diliyle söylenmiş birer tarih gibi, destanlarını tarihe uyan bir ifade ile söylerler. Türk Milleti'nin destanlarında bu vasıflar üstündür.
Türk destanlarının İslâmiyetten önce de, İslâmî devirde de öz bakımından aynı karakteri göstermeleri; İslâmî devirdeki Türk destanlarının, sadece değişen bir medeniyet ve yeni bir kültür anlayışının icabı olan değişikliklerin dışında bir farklılık getirmemesi, bütünlüğün bozulmamış olması destanlarımızın özelliklerindendir. Çeşitli ve farklı devirlere ait olmasına rağmen Türk destanları hiçbir zaman dağınık ve birbirlerinden uzak bir halde değildirler. Bu destanlar farklı zaman dilimlerinde hep aynı ülkünün peşindedirler: Dünya yaratılmıştır "Yaratılış Destanı"; insanların çoğalması için "Türeyiş Destanı". Çoğalan insanlar nereye sığar dersek göç başlar "Göç Destanı". Varılan ilde bazen de yok olma belası ile karşılaşılır. İşte bu anda "Bozkurt Destanı" doğar. Oğuz Kağan Destanı, bu yeniden dirilen milletin gelişmesi ve yayılışıdır. Ancak su uyur da düşman uyumaz. O zaman Türk, kabuğuna çekilir güç toplar. Şu Destanı ve Ergenekon destanı, bu ebedî gücün toplanışıdır.
Toprağın önce yağmur sularıyla sulanarak ardından da karın beyaz örtüsü altında kısa bir ölüm uykusuna yatıp ilkyaz ile yeniden doğması , Türk destanları içinde karşılığını Ergenekon'da bulmuştur. Nevruz kutlamalarının bir diğer adı da "Ergenekon Bayramı"dır. Bu isim geçmişten günümüze kadar hâlen çeşitli Türk boyları arasında canlılığını koruyor. Bu bayram aynı zamanda milletin destanların gücüyle birbirlerine olan güven bağını güçlendiriyor. Ergenekon da böyle bir gelenektir. Ebulgazi Bahadır Han'ın Şecere-i Türk'ünde naklettiği Ergenekon menkıbesi eski Çin kaynaklarının verdiği tarihî olayların bir yankısıdır. 400 yıl dört tarafı yüksek dağlarla çevrili bir vadide kalan Türk'ün yaşama kavgasıdır. Ergenekon'dan bir bahar günü tekrar ata yurduna döndüğünde hürriyetini, istiklâlini tekrar kazanmış dosta, düşmana Türk'ün varolduğunu tekrar duyurmuştur. İşte o gün 21 Mart günü, "İstiklâlin kazanıldığı" kurtuluş günü Türkler'de bir geleneğin doğmasına sebep olmuştur. Türk milleti için bu derecede önem kazanan destanı her Türk genci çok iyi bilmelidir. Çünkü geçmişten günümüze kalan bu miras, karşımıza aldatıcı maskelerle çıkacak farklı iddialara doğru cevaplar vermemize yardımcı olacaktır.
Bu destan, Gök Türkler'in en büyük destanıdır. Türk destanları arasında müstesna ve çok mühim bir yeri vardır. Destana göre Ergenekon, Türklerin yüzyıllarca çift sürerek, av avlayarak, maden işleyerek yaşayıp çoğaldıkları; etrafı aşılmaz dağlarla çevrili, mukaddes bir toprağın adıdır. Ergenekon Destanı, çoğu kaynaklara göre Büyük Hun Devleti döneminde teşekkül etmiştir. Hatta, ÇianKen'in M.Ö. 119 yılında, Çin imparatoruna sunduğu bir raporda, bu destandan söz ettiği bilinmektedir. Ergenekon Destanı ile Gök Türkler'in tarihi arasında açık benzerlik vardır. Herşeyden önce Hun birliğinin dağılışından Gök Türk devletinin kuruluşuna kadar geçen 450 yıllık zamanla, destandaki 400 yıl birbirine çok benzemektedir. Büyük Hun birliğinin Çinlilerle birleşen bozguncu boyların hücumu ile dağılıp yok oluşu sırasında Altay Dağları çevresine göçen Gök Türkler'in hikâyesi, destanda Kayıhanlı ve Dokuz Oğuzların göçü olarak anlatılır. Ergenekon Destanı; bir bakıma, Gök Türkler'in doğuş destanıdır. Bu destan ilk defa 13. Asırda tarihçi Reşîdüddin tarafından yazıya geçirilmiştir. Yazarın "Câmiü't-Tevârih" adlı kitabına kaydettiği bu rivayet, Farsça yazılmıştır.
Destanların milletlerin şekillenmesinde önemli bir yere sahip olduğundan bahsetmiştik. Özellikle son yıllarda, Doğu ve Güneydoğu Anadolulu bir kısım kişiler Ergenekon destanında yansımaları olan Nevruz bayramını vesile ederek bölücülüğe yeltenmektedirler. Aslında Türk'ün dirilişinin ve milliliğinin ifadesi olan Nevruz'u Kürt bayramı gibi tanıtmaktadırlar. Bu iddialarında ise delil olarak "Demirci Kava Destanı"nı esas almaktadırlar. Onlara göre bu günde (21 Mart'ta) Demirci Kava'nın önderi olduğu Kürtler Dahhak'a karşı ayaklanarak istiklâllerine kavuşmuşlardır. Bu iddialarını sabitleştirmek için bazı piyesler de kaleme almışlardır. Mesela Kemal Burkay imzasıyla yayınlanan "Dehak'ın Sonu" bunun bir örneğidir. Bu destan Ergenekon Destanı ile paralel olarak düşünülerek Kürtlerin doğuşu için bir kaynak olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Kava Destanı'nın Ergenekon Destanı'nın değişik bir rivayeti olduğuna ise hiç dikkat çekilmemektedir. Ayrıca bu destanın bir benzerine de Dede Korkut'taki "Basat'ın Tepegöz'ü öldürdüğü Destan"da rastlıyoruz. Ergenekon Destanı'nın 13. Yüzyılda ilk defa Farsça olarak yazıya geçirildiğinden bahsetmiştik. Kava Destanı ile ilgili ilk yazılı rivayet Firdevsî'nin "Şehnâme"sinde ve Şeref Han'ın "Şerefnâme"sinde yine Farsça olarak yazılıdır.
Peki Firdevsî kimdir? Şehnâme'yi niçin yazmıştır? Ve nasıl olur da kaynağını ancak XI. Yüzyıla indirebildikleri bir destan parçası ile Nevruz bayramı özdeşleştirilebilir? Bu soruların cevaplarını tarihin yazılı kayıtlarında kolayca bulabiliyoruz. Firdevsî dağılmaya yüz tutan Fars birliğini yeniden bir araya getirmek için, otuz yıl emek vererek manzum bir eser yazar. Bu eser Şehnâme (Şahnâme) adını taşır. Altmış bin beyit tutarındaki bu eser, İran'ın milli destanı olarak kabul edilir. Defalarca yayınlanır ve kısa zamanda dünyanın sayılı klasikleri arasına girer. Şehnâme'deki mücadele dışa dönüktür. Firdevsî, eserini bir çok tarihî olaya, efsane, menkıbe, rivayet ve hayal unsuru motiflerle süsleyerek, Fars ırkının, Arap ve daha ziyade Türk ırkından üstün bir ırk olduğunu ispatlamaya çalışır. Bu destanda mücadelenin büyük bir bölümü Türkler'e karşı verilmiştir. Nitekim bu durum, Türklerin "Buku" veya "Buka Han" dedikleri "Alp Er Tunga" destanda "Afrasyab (Efrasiyab)" adıyla karşımıza çıkar; İran Şahı Keyhüsrev tarafından tuzağa düşürülerek, hile ile öldürülür. Onun ölümüyle birlikte Farslar kendilerine göre dolayısıyla büyük bir belâdan kurtulmuş olurlar. Bu günü kurtuluş günü kabul edip, bayram yaparlar. Bu bayram bildiğimiz Nevruz bayramından başka bir şey değildir. Daha sonraki asırlarda tarihe mal edilecek olan Kava ve Dahhak gibi şahısların varlığı da yine bu eserdeki efsanelerden kaynaklanır.
Böylece Firdevsî Nevruz'u İran geleneğine bağlamaya çalışır. Ancak onun kaynağının tarihi ancak XI. Yüzyıla kadar inebilmektedir. Ayrıca Kava Destanı, Türk destanları ile çok benzerlikler göstermekte ortak noktalar taşımaktadır.
Her iki destanda; müşterek olup önemli yer tutan unsurlar, şöyle gösterilebilir:
Çadır,hayatı 
Düşman,saldırısı 
Esaret 
Esaretten,kurtulmak 
Dağlara,sığınmak 
Hayvan 
beslemek 
Çoğalmak 
Demircilik,sanatı 
Ateş,yakmak 
Yayılmak,göç,etmek 
Bayrak,dalgalandırmak 
Yeni,bir 
Hükümdarın,başa,geçmesi 
Düşmandan,intikâm,almak 
Huzura kavuştukları günü "bayram" olarak kutlamak.
Gerek Demirci Kava, gerekse Ergenekon Destanı'ndaki ortak noktalar içinde özellikle "Demircilik sanatı" üzerinde durulması gereken önemli bir konu olarak dikkatimizi çekmektedir. Bilindiği üzere demirin Türk kültür ve medeniyeti tarihindeki yeri, çok eskilere dayanmaktadır. En aşağı, M.Ö. 1400'lerde Altay'ların batısında bol miktarda demir elde edilmekte olduğunu söyleyen W. Ruben; "tarihî vesikalara dayanarak bu eski Türk sahasını demir kültürünün doğduğu yer kabul etmekte zaruret vardır." Demektedir.
M.Ö. 1022 yılına ait kayıtta, "lüks kılıç" anlamında bir "kingluk" kelimesi, "Hunların eski ecdadının sözü' olmak üzere M.Ö. 47 yılında yazılan bir Çin kaynağında zikredilmiştir. Fr. Hirt, bu sözü Türkçe'de "iki yüzlü bıçak" anlamında, bugün dahi kullanılan "kingirlik" kelimesi ile birleştirmiş ve bunu "tarihte kayıtlı en eski Türkçe kelime" olarak kaydetmiştir. Gök Türkler sahasından İran sahasına, mesela Horasan'a "demir levhalar', "karaçori' ve "bilgatekinî" denilen güzel kılıçların ihraç olunduğu bilinmektedir. İran destanı bile, Türkleri en eski zamanlardan beri bir "çeliğe bürünmüş" millet olarak anlatır. Ergenekon Destanı'nın en önemli motiflerinden biri de, kuşkusuz bu "demircilik geleneği'dir. Oğuz Kağan Destanı'nda; "canavar geyik yedi, ayı yedi. Çıdam onu öldürdü. Demir olduğundandır" diyen Türkler, insanı başka mahlûklara ve başka insanlara hâkim kılan silahın kıymetini elbette çok iyi biliyorlardı.
Gök Türkler'in demirden bir dağ eritmeleri, bunu yapan kahramanlarını da "demirci" sözüyle ebedîleştirmeleri bu yüzden önemlidir. O kadar ki Türkler, bu günü bayram bilmiş; Ergenekon'dan çıktıkları günün yıldönümlerini tiyatroyu andırır temsilî törenlerle kutlamışlardır. Bu törenlerde, ocakta kızdırılmış demirleri örs üstüne koyup iri çekiçle döverek asırlarca Avar'lara silah yapan ve bu silahlarıyla Türk illerinde büyük hakimiyet kuran atalarını, hep saygıyla anmışlardır. Nitekim, birçok Türk boyları demiri mukaddes saymışlar, üzerine and bile içmişlerdir. Arapların "hakiki Türk" dedikleri Hakanlı Türkler, kendilerini soy itibarıyla bir "demirci millet" olarak tanımışlar, hükümdarları demirciliği kutlamışlar ve demircilik sayesinde esaretten ve zulmetten kurtulduklarına inanmışlar, onlara Çinliler de Cucen (Avar)lerin demircileri demişlerdir. Gök Türk devletini kuran Bumin Kağan ile İstemi Kağan "demirci" idi. Özbek Türkleri'nin şahları arasında da demirciler vardır.
Yukarıdan itibaren vermiş olduğumuz bu bilgiler ışığında Kürtleri Dahhak'ın zulüm ve esaretinden kurtaran Kava'nın da bir "demirci" olması, bu bakımdan önemlidir. Kava, sıradan bir demirci değil, tıpkı Gök Türkler'de olduğu gibi, demirden savaş araç ve gereçleri yapan bir sanatkârdır. Kava'nın kimliği hakkında Ferhengi Ziya/Gencine-i Güftar'da bu yönde bilgiler verilir. Bu isme ilk defa İranlı Firdevsi'nin "Şehnâme"sinde rastlanmıştır. Ondan önceki eserlerde bu isim yoktur. Şehnâme'de Kava'nın kimliği ve milliyeti hakkında hiçbir bilgi verilmediği halde bir takım Kürt kaynakları bu kahramanı sahiplenerek kendilerine uydurma bir tarih oluşturmaya çalışmaktadırlar. Ancak bu konuyla ilgili ilmî bilgiler de mevcuttur. Arthur Christensen'in öne sürdüğü iddia bir hayli ilgi çekicidir. Ona göre, Kava, Sasanîler (M.S. 226-642) döneminde ortaya çıkmıştır. Kava'nın adı bu devirde duyulmaya başlamış ve Dahhak Efsanesi'ne dahil edilmiştir. A. Christensen'in görüşü aslında bir gerçeği ifade etmektedir. Bu da şudur ki, Demirci Kava, Gök Türkler devrinde yaşamıştır. Bu bilgilere göre Demirci Kava'nın İran soyundan değil, Türk soylu bir kahraman olduğu ortaya çıkmaktadır. Kava, İran-Turan (Türk) savaşlarına sahne olan bir coğrafyada, zulme ve zorbalığa karşı direnen ve başkaldıran bir önderdir. Her iki destan da aynı coğrafyada kaleme alınmış, aşağı yukarı aynı asırlarda derlenmiş ve her ikisi de zamanın geçerli yazı dili olan Farsça ile yazılmıştır. Motifler hep aynıdır.
Aslında, Ergenekon Destanı, çok daha gerilere dayanmaktadır. Hunlar devrindeki bazı Çin kaynakları Ergenekon Destanı'ndan haberler vermektedir. Bu bilgilere dayanarak Demirci Kava'nın yaşadığı devri Hun'lar çağı olarak düşünebiliriz. Hun Türkleri'nin bir kahramanı olarak Kava, Türk boyları ve kavimlerinin muhayyilesinde hep canlı olarak yaşamış ve unutulmamıştır. Bu düşünceyi kuvvetlendiren bir diğer kaynak ise Hunlara ait Oğuz Kağan Destanı'nda, "Tömürdü Kağul" adı ile karşımıza çıkan kahramanda şekillenir. Destana göre; Oğuz Kağan, Çürçet Kağan üzerine yürürken, yolda bir ev görmüştü. Bu evin duvarları altından, pencereleri gümüşten, çatısı ise demirdendi. Bu demir çatıyı ancak, Oğuz ordusundaki Tömürdü Kağul adlı bir "demirci" açmıştı. "Tömür", "demir", "tömürdü" demirci demektir. Tömürdü Kağul da, Demirci Kağul anlamındadır.
Günümüze kadar gelebilmiş destan parçalarından hareketle Nevruz hakkında ortaya atılan iki görüşe rahatça cevap verebiliyoruz. Bu görüşlerden birincisi; Türklerde bahar bayramı (Nevruz), bilinebilen en eski zamandan beri Türklerin bayramıdır ve onlar vasıtasıyla bütün Asya'ya ve Avrupa'ya (Avrasya) yayılmıştır. İkinci görüş; bu bayram İran menşelidir, eski İran efsaneleriyle bağlantılıdır. Her iki görüşe Prof. Dr. Reşat Genç'in sözleriyle cevap vermek yerinde olacaktır: "Eğer İran'da da, Hunlarda olduğu gibi milattan önceki yıllarda Nevruz bayramı olsaydı, milattan sonra XI. yüzyıla gelmeden önceki İran metinlerinde de bunların izlerinin bulunması gerekmez miydi?"

...Avrasya'nın Ortak Bayramı Nevruz...

Tabiat ile iç içe, kucak kucağa yaşayan, toprağı "ana" olarak vasıflandıran Türk'ün düşünce sisteminde "baharın gelişi" elbette önemli bir yere sahip olacaktır. Nevruz, Türk dünyasının kuzeyinden güneyine, batısından doğusuna kadar uzanan engin coğrafyada yaşayan toplulukların pek çoğu tarafından yaygın olarak kutlanan bahar bayramıdır.Bütün bayramların dinî ve millî bir inanıştan, o toplumu ilgilendiren ortak bir hatıradan, geleneklerden, duygulardan ve tabiatın insanlara tesir eden bir olayından doğduğuna inanılır.
Tabiat ile iç içe, kucak kucağa yaşayan, toprağı "ana" olarak vasıflandıran Türk'ün düşünce sisteminde "baharın gelişi" elbette önemli bir yere sahip olacaktı. Çünkü insan vücudu, baharda uyarıldığı kadar kışta uyarılmaz. İç karartıcı, yeknesak günlerin ardından doğan hareketli, pırıl pırıl güneşli, kuş ve hayvan sesleriyle kurulmuş îlahî orkestranın musikisi insan hayatını canlandırır. Ayrıca ortaya çıkan rengârenk tablo kıştan bahara geçişi ne de güzel tasvir eder: "Bir yanda her tarafı kaplayan soluk, mat ve daha çok beyazın hakim olduğu renkler, diğer yanda yeşilin değişik tonları arasında baş veren binbir renk cümbüşü... Birisi hareketsiz, şekilsiz; diğeri kıpır kıpır, şekil şekil, çiçek çiçek... Kış, sağır ve dilsiz; ilkyaz duygulu, coşkulu, kulaklara fısıldadığı nağmelerle cazibeli... Birinde tabiat hayat dolu, diğerinde donmuş, yeniden doğmak üzere uyuşmuş kalmış...
Genellikle Nevruz, yani Farsça "Yeni Gün" adını taşıyan bahar bayramı, insan ruhunun tabiattaki uyanışıyla birlikte kutladığı bir bayramdır. Böyle bir bayramın, yani mevsimlerin değişikliğinden doğan özel günlerin, başka başka adlar altında birçok milletin sosyal hayatında yer aldığı da bilinmektedir. Mesela, Hıristiyan âleminin dinî muhteva ile şekillendirerek ve Noel Baba sembolü ile karlar ülkesinden geyiklerin çektiği kızaklarla neşe ve ümitleri taşıdığı "Noel Bayramı" bunun farklı bir örneğini teşkil eder. Bu kutlamalarda yine bahara duyulan özlem "çam ağacı" motifi etrafında şekillendiriliyor. Aynı zamanda bir takvim değişikliğini de ifade eden bu kutlamalara baktığımızda Türk' ün kutladığı "bahar bayramı"nın da bir takvim değişikliğini yansıttığı görülüyor. Burada dikkati çeken husus "baharın başladığı zaman"dır. Türk, bu takvim değişikliğini "toprağın uyandığı gün" ile özdeşleştirmiştir. Kışın ortasında baharı kutlamaz. Türklerde bir tabiat, varoluş, diriliş bayramı niteliğinde olan Nevruz'un ruhî atmosferini ve eskiliğini anlayabilmek için kültürümüzün yıpranmış, tozlu ve pek okunmayan eski sayfalarına bir göz atmamız gerekiyor. Bu coşkuyu Türk kamları dualarında, niyazlarında şöyle ifade ediyorlar:
"... Yüce Göktanrı'nın ilk defa gürlediği, yağız yer, altmış türlü çiçeklerle ilk defa bezendiği, altmış türlü hayvan sürülerinin ilk defa kişnediği ve melediği zaman sen (Türk'ün Atası) yaradıldın!" Bu sözler Türk'ün yaratılış felsefesinin, inancının, hayat tarzının ifadesidir. Bütün bayramların dinî ve millî bir inanıştan, o toplumu ilgilendiren ortak bir hatıradan, geleneklerden, duygulardan ve tabiattan doğduğundan bahsetmiştik. İşte millî bir bayram olan Nevruz da Müslüman olan ya da olmayan çeşitli Türk toplulukları arasında kamların dua ettikleri asırlar öncesinden günümüze kadar farklı farklı şekillerde, ama aynı ruhla hâlâ kutlanmakta. Bu bayram İslâmiyet'i kabul etmiş olan ilk Müslüman konar göçer Türk topluluklarında; sürgün avı, toy, şölen, yuğ vb. gibi İslâmiyet'le çatışmayan âdetlerden biri olarak devam edegelmiştir. Böylece bu ananeler günümüz Türk dünyasına ortak kültür mirası olarak intikâl etmişlerdir. Gelenekler, tarihini kesinlikle tespit edemediğimiz dönemlerden kalmadır. Neden, niçin, nasıl gibi sorular sorulmadan atadan oğula kalmıştır. Gelenekler bu özelliğiyle millet bağını güçlendiren en önemli unsurlardan biridir. Baharın gelişinin kutlandığı bugün de böyle bir gelenektir.
Nevruz, çeşitli kültür çevrelerinde, farklı etnik gruplarda farklı bir muhtevaya ve anlama sahip olmuştur. Kültürler arasındaki iletişim sonucunda çeşitli kültürlere girmiş ve benimsenmiştir. Eldeki tarihi kaynaklardan hareketle en eski Türk adetlerinden, bayramlarından biri olduğu kesinleşmiştir. Yeni yılın başlangıcı, yenilik, coşku, canlanma gibi nitelikler hiç değişmeden günümüze kadar yaşadığı uçsuz bucaksız coğrafyalarda görülmektedir. Çin kaynaklarından Kutadgu Bilig'e, Kaşgarlı Mahmud'dan Bîrûnî'ye, Nizâmü'ı Mülk'ün Siyasetnâme'sinden Melikşah'ın takvimine kadar, Akkoyunlu Uzun Hasan Bey'in kanunlarına kadar gelen bir çizgide Nevruz ile ilgili kayıtlar eldedir. Diğer taraftan Sivas hükümdarı Kadı Burhaneddin Ahmed, Safevi Türkmen Devletinin kurucusu Şah İsmail (Hataî), Osmanlılarda Sultan I. Ahmed ve Sultan Dördüncü Murad gibi hükümdarların, Mustafa Kemal Atatürk'ün; din adamlarımızdan Kazasker Bâki Efendi ve Şeyhülislam Yahya Efendilerin, şairlerimizden Kuloğlu, Pir Sultan Abdal, Kaygusuz Abdal, Şükrü Baba, Hüsnü Baba, Fuzulî, Nev'î Efendi, Nef'î, Nedim, Hüseyin Suad ve Namık Kemal gibi şairlerimizin Fatih devri vezirlerinden Ahmed Paşa'nın; büyük Azeri şairi Şehriyar'ın ve büyük Türkmen şairi Mahdumkulu'nun uzun bir tarih boyunca Nevruz bayramının gelişini "Nevruziye" veya "Bahariye" denilen şiirlerle kutladıklarını da biliyoruz.
Ayrıca Nevruz'un Türk musikisinin en eski mürekkep makamlarından biri olarak da kültürümüzde yedi yüzyıldan fazla bir maziye sahip olduğunu da biliyoruz. Bu makam ilk defa Urmiyeli Safıyûddîn Abdulmü'mîn Urmevî (1224-1294) tarafından kullanılmıştır. Bu şekilde elimizde yirminin üzerinde makam bulunmaktadır. Nevruz geleneği ne Sünnilikle, ne Alevilikle, ne Bektaşilikle doğrudan doğuş bağlantısı olmayan, İslâmiyetten çok öncelere giden bir gelenektir. Yani bir dinin veya mezhebin bayramı değildir. Bu yüzden de herhangi bir şekilde bir mezhep adına, bir din adına, bir etnik menşe adına bağlı gösterilmesi, istismar edilmesi bir ayrılık unsuru olarak takdim edilmeye çalışılması yanlıştır. Tarihin ve kültürün bütün gerçeklerine aykırıdır.
1990 yılında bağımsızlıklarını ilan eden Türk Cumhuriyetleri'nde Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Azerbaycan ile Rusya Federasyonu bünyesindeki Tataristan 21 Mart Ergenekon/Nevruz Bayramı'nı "Milli Bayram" olarak ilan etmişlerdir. Bu günün coşkuyla kutlanmasına büyük önem vermektedirler. Türk kültüründen kaynaklanan Ergenekon/Nevruz bayramı, her yönüyle Türk gelenek ve görenekleriyle zenginleşmiş ananevi ve temeli beş bin yıllık Türk tarihine dayalı milli bir bayramdır. Türkiye'de de 1991 yılında Türk Dünyası ile birlikte ortak bir gün olarak resmi tatil olmaksızın bayram ilan edilmiştir.
Nevruz; Türk insanını birbirine kenetleyen, bağlayan, Ergenekon'dan demir dağları eriterek dirilen atalarının ruhlarıyla yanan bir ateştir. Bu ateş, hiç sönmeden binlerce yıl yandı ve gelecekte de kıvılcımlarından binlerce gönlü tutuşturarak "ortak kültür ocağı"nda binlerce ruhu ısıtacaktır. Avrasya'nın ,Türk âleminin Nevruz toyu kutlu olsun,Nevruz gülleri geleceğe umutlar taşısın

OSMANLILAR'DA NEVRUZ GELENEĞİ
Türkler tarafından çok eski tarihlerden itibaren kutlanan ve genelde Yeni Gün olarak adlandırılan Nevruz, Osmanlılarda da bahar bayramı ve yeni yılın başlangıcı olarak kutlanmıştır. Zira 21 Mart gece ile gündüzün eşit olduğu ve bundan sonra gündüzün uzayacağı gün dönümüdür. Bu anda bahar başlar ve 92 gün 20 saat, 4 dakika ve 27 saniye sürer ve yaza ulaşır. Nevruz, inanışa göre baharın ilk günü ve yıl başıdır. Takvimler hep Mart'tan başlar. Bu sebeple Osmanlılarda malî yıl başlangıcı Nevruz olarak alınmıştır ve hemen bütün kanunnâmelerde verginin ilk taksidinin toplandığı andır. Bu durum Cumhuriyet döneminde de 1980'li yıllara kadar malî yılbaşı olarak devam etmiştir.
Türklere ait olup, dünyanın en doğru takvimlerinden olan ve Sultan Melikşah zamanında hazırlanmasından dolayı, unun lâkabı Celâlüddevle'den dolayı Celâli Takvimi denilen takvimin başlangıç günü de Greenwich zamanına göre 21 Mart (15 Mart 1079) olarak alınmıştır (hicrî 9 Ramazan 471 Cuma). Bu tarih Osmanlılarda "Nevruz-ı Sultanî" veya sadece "Nevruz" olarak adlandırılmış ve kanunnâmelerde: "... resmin nısfı nevruz-ı sultanî'de ve nısf-ı aharı son güz ayının evvelinde alına" hükmüyle verginin ilk taksidinin alındığı zaman olmuştur. Bu şekil Osmanlı devletinin hemen bütün sancak kanunnâmelerinde görülür. Bu kanunnâmelerde Nevruz, "mevsim-i evvel bahar nevruz" şeklinde belirtilmiştir. Bugün Anadolu'nun bazı yörelerinde Nevruz-ı Sultanî Mart 9'u olarak bilinir.
Osmanlılar tarafından Nevruz-ı mübârek olarak da adlandırılan Nevruz sayılı günlerden biri olarak kutlanmış, güneşin Koç (=Hamel) burcuna girdiği ilkbahar ılınımı anına Nevruz denilmiştir. Yeni yılın başlangıcı olarak kabul edilen bu günde eğlenceler tertib edilir, sarayda olduğu gibi halk arasında da eczahanelerde yapılan ve Nevruziye denilen macun rağbet görür, en azından bunu elde edemeyenler tarafından tatlı yenirdi. Bu macundan yemenin kuvvet ve şifa verici bir tesiri ve kendi usul ve an'anelerine göre bunları kaynatıp suyunu içerler ve yüzlerini yıkarlardı.
Saray haricinde Nevruz'dan birkaç gün önce eczacılar, kulplu küçük çay bardaklarına veya fincanlara, terkibi kendilerince bilinen bir macun doldurup, tanıdığı müşterilerine ve mahallenin kibar ve zenginlerine gönderirlerdi. Bu hediyeleri alanlar, buna karşılık çoğunlukla bir gümüş Mecidî bahşiş verirler ve eczacı çıraklarını sevindirirlerdi. Eczacıdan gelen Nevruziye ve yedi sin (=heft sin), yani arapçadaki sin harfiyle başlayan süt, simit, sukker, sa'lep, sirke (sir), soğan, semek (balık) veya sefercil (ayva) bir tepsiye konulup evin efendisi önüne getirilir, evde mevcut olanlar da tepsinin etrafına iki diz üstünde otururlardı. Evin efendisi herkesin önünde bu malzemelerden birer fincan veya tabak ile herkese dağıtır ve gün dönümü saati geldiği vakit, buyurun hitabıyla önce macundan, sonra diğerlerinden birlikte alınır, evin efendisi senenin saadetle geçmesi için uzunca bir dua yapar, eller öpülür ve merasim sona ererdi. Macun yenir yenmez üstüne su, gül veya limon şerbeti içilmesi âdettendi.
Her sene yılbaşı olan Nevruz'da veziriâzamla vezirler, eyâlet valileri ve belirli bazı devlet adamları tarafından padişahlara Hediyye-i Nevruziye adıyla donanmış atlar, murassa silahlar, pahalı kumaşlar vesâir hediyeler verilirdi. Bu nev'iden armağanlara Divân-ı Lügati't Türk'de "artut" denilmiştir. Veziriâzamların Nevruziye Pîşkesi adıyla verdikleri hediyelere bir örnek olmak üzere, ilk Osmanlı vak'anüvisi Mustafa Naimâ Efendi'nin Tarihinde yer alan ve İpşir Mustafa Paşa'nın IV. Mehmed'e takdim ettiği hem Nevruz ve hem de sadarete tayini ile ilgili şu bilgiler verilmektedir. "... Vezir, kanun üzere Nevruziye pîşkeşi ile sadâret cem' edip birden irsâl eyledi. Birsemend ve iki gaburlevn at ki üçünün dahi dünyada nazîri bulunmaz. Serâpâ cevâhir ile âreste zeheb-i ahmerden (kızıl altın) ma'mûl raht ve rikâb ve gaddâre ve topuz vesâir zer-dûz bisât ile müzeyyen idi vesâir ecnâs-ı tuhaf ve tarâyif-i gûnâgûndan boğçalardan ma'ada bir araabada yüz keselik filori ve kuruş gönderdi; Vâlide hazretlerine yirmi keselik kadar pîşkeş irsâl edip...".
Nevruz'da ayrıca her sene birinci mirahur tarafından takdimi kanun olan "rikâbiyye pîşkesi" dolayısıyla birinci ve ikinci mirahur, büyük ve küçük ahur kethüdaları, arpa rûznamçecisi, arpa kâtibi, sarraçlar kâtibi, mirahur-ı evvel kethüdası ve kâtibi gibi has ahur erkânına hil'atler giydirildi.
Hekimbaşılar her sene Nevruz'da çeşitli terkiplerden Nevruziye ismi verilen kırmızı renkli ve kokulu bir macun yaparak Nevruz gecesi bunları porselen kaplar içerisinde önce padişah, şehzade ve sultanlara, kadın efendilere, veziriâzama ve devlet ricaline takdim ederler, buna karşılık çeşitli hediyeler alırlardı. Nevruziye takdim eden hekim başıya padişah huzurunda kürk giydirilmesi usuldendi. Yukarıda da belirttiğimiz gibi kırmızıya çalar koyu renkte, ağızda cıtır cıtır ses çıkaran ve şekerlenmiş reçele benzeyen Nevruz macununun sarayda yapılanı 40 çeşit maddeden meydana gelirdi. Bu konuda yapılan araştırmalarda bu kırk çeşit madde içerisinde; karanfil, yeni bahar, zencefil, kalanga (=zulumba), kara biber, kırem tartar, kişniş, havlican, kebabiye, hindistan cevizi, anason, hıyar-ı şenbih, sakız, zahferan, tarçın, udü'l-kahr, çöp-i çin, hardal, mirr-i sâfî, iksir, çivid, meyan balı, kalem-i bârid, tiryak, sarı halile, râziyâne, kimyon, zerdecav, tarçın çiçeği, hindistan çiçeği, çörek otu, dâr-i fülfül, râvend, limon tuzu, kakule, sinameki, vanilya, portakal kabuğu, topalak kökü ve şeker yer almaktadır.
Nevruziye macunu konan kâselerin kapakları kurdalelerle bağlanır, kurdaleler arasına, günün hamel yani koç burcuna hangi saat, hangi dakika ve hangi saniyede gireceğinin yazıldığı bir de kağıt iliştirilirdi. Buna Nevruziye kulağı denirdi. Nevruz macununun değişik terkiplerinin çok sayıda hastalığa iyi geldiğine inanılırdı. Bunlardan, kalp ve dimağ arızalarını giderme; mide fesadı, hazımsızlık, yemek rahatsızlıkları, ishal, ağız ağrısı (aft), dizenteri, taun ve veba hummaları; mesane, böbrek ve bağırsaklardaki yaralar, şişler, iltihaplar; akıl ve vücudun kuvvetini arttırma, kalbe ve ruha kuvvet verme gibi olanları belli başlılarıdır.
Bu bilgilerden sonra şüphesiz akla hemen Manisa Mesir Bayramı gelmektedir. Osmanlı Türkleri dönemine ait Nevruziyenin halk tarafından en bilineni ve geleneksel olarak XVI. Yüzyıldan itibaren aksaksız kutlananı budur. Halk arasında Nevruz'la alâkası unutulmuş olan ve bugün de hâla devam eden bu törenlere, şifa bulmak için pek çok vatandaşımız iştirak etmektedir. Bu gelenek rivâyetine göre XVI. Asır başlarında mutasavvıf hekim Merkez Musluhiddin Efendi tarafından başlatılmıştır. Burada hazırlanan macun 61 değişik maddeden yapılmakta idi.
Hekimbaşılardan başka müneccimbaşılar da her yıl tertip ettikleri padişah ve veziriâzama takdim ederek, karşılığında Nevruziye ismiyle hediyeler alırlardı. Padişahlar XVII. Asırda bin akçe, XVIII. Asır ortalarında ise altı bin akçe (gümüş para) atıyye verirlerdi. Müneccimbaşıların XX. Yüzyıl başlarında sadrıâzama takdim ettikleri takvim sebebiyle arkasına erkân bir samur kürk giydirildiği ve beşyüz kuruş hediye edildiği kaynaklarda yer almaktadır. Ayrıca Nevruz âdetleri arasında Yeniçeri Ağası'nın vükelâya yemek vermesi de yer alırdı. Bu ziyâfet sırasında misafirlere şekerli, baharattan yapılmış macun ikram edilirdi. Osmanlı Divan edebiyatı şâirleri, Ramazan bayramı, bahar ve kış mevsimlerinde olduğu gibi Nevruz'da da câize almak için büyüklere kaside sunmuşlardır. Bu türden kaside ve gazellere "Nevruziyye" denmektedir. Nevruziyye'ye örnek olmak üzere Nef'î'nin gazelinden bir beyt sunmak istiyorum:
"Erişdi bahâr oldu yine hemdem-i nevruz
Şâd etse nola dilleri câm-ı Cem-i nevruz"
Yine birçok örnekten biri olarak Râmi Paşa'nın oğlu Refet Bey'in, Damat İbrahim Paşa'ya yazdığı Nevruz redifli kasidesinden de birkaç dörtlük arz ediyorum:
"Hayat-ı taze verüp dehre makdem-i nevruz
Hoşâ irişti meşâmm-ı deme dem-i nevruz
Dağıttı leşkeri sermâyı sahn-ı gülşenden
Kurunca bârgâhın şâh-ı ekrem-i nevruz
Açıldı bahtı yine siyah-ı dilin
Olup karîn-i atâya-yı hürrem-i nevruz
Harîm-i bağ o kadar cilverîz-i şevk olmuş
Ki görse bâğ-ı Behişt ola mahrem-i nevruz"
XVI. yüzyılın Alevî-Bektaşî sâirlerinden Pîr Sultan Abdal da Nevruziyyesinde şöyle diyor:
"Sultan Nevruz günü canlar uyanır
Hal ehli olanlar nura boyanır
Muhib olan bu gün ceme dolanır
Himmeti erince Nevruz Sultan'ın
Âşık olan canlar bu gün gelürler
Sultan Nevruz günü birlik olurlar
Hallâk-ı cihandan ziya olurlar
Himmeti erince Nevruz Sultan'ın"
Nevruz'un Osmanlılardan başka çağdaşı olan Memlüklerde de aynı şekilde mâli yıl başlangıcı ve baharın ilk günü olarak kutlanıldığı görülüyor. Nitekim Sultan Kayıtbay kanununda resm-i hane'nin Nevruz-ı Sultanî'de alınması hükmü bulunmaktadır. Yine bir Türk devleti olan Safevîlerde de Nevruz'un kutlandığı III. Ahmed döneminde elçilikle İran'a gönderilen Dürrî Efendi'nin "Sefaretnâme"sinde kaydediliyor. Sefaretnâme'de bununla ilgili olarak:
"Birkaç gün sonra Nevruz-ı Sultanî hulûl edüp, anlar nevruza gayet itibar ve ıyd-i ekberdir deyu tesmiye edüp, ıyd-i ramazan ve ıyd-i edha'dan hâşâ mükerrem ve eşrâf olmak üzere itibar ederler imiş. Hangi ayda vâkı' olsa, ol ayın nihayetine dek zevk u şevkle âlâ, ednâ ve zükûr ve inas ve nisvanı sürûr ve şâdmanî ederler. Evvelâ tahmil-i şems saatinde bilcümle vüzerâ ve âyân-ı devlet Şah'ın meclisine da'vet ve hâzır ve Şah'ın önüne beşyüz-bin mikdarı meskûk altın korlar. Şah dahi eli ile ol altını karışdırıp bir kabza alıp, iptidâ vezire verüp sonra bilcümle huzzâr-ı tevzi' edüp Şah'ın eli dokunmuşdur deyu halk birbirine teberrük deyu ihdâ ederler. Bu kulunuzu tahvil gecesi da'vet ettiler, i'tizâr edüp gitmedim" şeklinde ordaki kutlamalara yer vermiştir.
Osmanlıların son zamanlarına kadar Nevruz an'anesinin devam ettiği çeşitli kaynaklardan öğrenilmektedir. Öyle ki eski cep takvimlerinde Nevruz: "Nevruz-ı Sultanî-i meymenet âsâr ve evvel-i mevsim-i bahar ve tesâvî-i leyl ü nehâr" ifadesiyle yer almıştır. Osmanlılarda Nevruz'dan önceki üç Cuma günü de kuru yemiş bayramı olarak kutlanmıştır. Zira Nevruz'dan sonra tazelerin çıkacağı düşünülerek, kuru yemiş satan esnafın elinde kalıp zarar etmemeleri maksadıyla, kalanların elden çıkarılması hedeflenmişti. Bunun için bu bayram üç hafta sürerdi. Böylece kuruyemiş esnafının sonraki seneye zarar etmeden girmesi sağlanırdı.
XX. yüzyılın başına kadar geldiği tespit edilen Nevruz kutlamaları, bu devirden sonra hissedilir biçimde diğer bazı geleneklerimiz gibi ortadan kalktı. Bugün halkımızın büyük çoğunluğu tarafından bilinmiyor, bilenler arasında ise yanlış yorumlanıyor. Kültürel değerlerimize duyarsız kalışımızın bugün birlik ve bütünlüğümüzün sarsılmasında son derece etkili olduğu malûmunuzdur. Bunun için, Dede Korkutumuzu, Yunus Emremizi, Hacı Bektâş-ı Velimizi, Âhi Evranımızı, Hacı Bayram-ı Velimizi, Karacaoğlanımızı, Dadaloğlumuzu, Fuzulîmizi, Mehmet Âkifimizi, Bayrağımızı, Vatan mefhumunu ve Nevruz gibi Türklüğün en eski devirlerinden itibaren gelen örf ve âdetlerimizi, birilerinin oynadığı oyunlardan dolayı hatırlamayalım, gerektiği için hatırlayalım, kutlayalım.
Saygılarımla.
Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU

TÜRK DÜNYASI'NDA NEVRUZ ...
TÜRKİYE
Nevruz Bayramı'nın Türkiye'deki geleneksel uygulamalarından bazı örnekler;
Mersin-Silifke bölgesindeki Toros Türkmenlerinde "Mart İpliği" adı ile bilinen Nevruz'da ağaçlara bez bağlanır. Nevruz günü yaylalara çıkılır. Yayla evlerinde bulunanlar gelen misafirleri evlerinde ağırlarlar. Gelen grup silah atarak gelişlerini bildirirken yayladakilerin başkanı buna bir el silah atarak cevap verir. Daha sonraki karşılıklı silahlar atılır ve birbirlerine "Nevruzunuz Kutlu, Dölünüz hayırlı ve bereketli olsun" temmennisinde bulunurlar. O yıl 20 kuzu veya oğlağı olan sürü sahibi bir kurban keser ve orada pişirilerek yenir.
Tahtacı Türkmenlerinde Nevruz "Sultan Nevruz" adı ile anılır, eski takvimle (Hicri) Mart ayının 9 unda kutlanarak yaylaya çıkılır. Bununla ilgili olarak halk arasında "Mart Dokuzundan sonra dağlar misafir alır" deyişi söylenir. Bugün herkes yeni elbiselerini giyip, süslenerek mezarlıkları ziyaret ederler.
Gaziantep ve çevresinde 22 Mart gününe sultan Navruz adı verilmektedir. Halk arasındaki inanca göre sultan Navruz güzel bir kızdır ve 21 Mart'ı 22 Mart'a bağlayan gece batıdan doğuya doğru göç eder, bir başka inanca göre ise kuş kılığında uçan bir derviştir. Nevruz gecesi Sultan Navruz'ın geçtiği saatte uyanık olanların bütün dileklerinin gerçekleşeceğine inanılır.
Malatya'nın Arguvan ilçesinin bazı köylerinde halk Nevruz'u "Kış Bitti Bayramı" olarak kutlarlar.
Ağrı ve çevresinde o gece gençler bir dilek tutarak kapıları dinleyip, içerdeki konuşmaları yorumlayarak niyetlerinin tutup tutmayacağını anlamaya çalışırlar.
Bir başka uygulama, bekar bir delikanlı o akşam "tuzlu gıllık" denilen, tuzlu hamurdan yapılmış bir çöreğin yarısını yer ve su içmeden yatar. İnanışa göre, rüyasında kendisine su veren kızla evlenecektir. Ertesi gün çöreğin diğer yarısını evin damına veya bacasına bırakır. Gelen bir karga çöreği kapıp hangi evin damında yerse o evin kızıyla evleneceğine, karga hiçbir evin damına konmayıp, uzaklaşırsa, uzaklardan biriyle evleneceğine inanılır.
Kars civarında akşam bir evde toplanan genç kızlar ve erkekler, küçük bir çocuğu su almaya gönderirler. Çocuk hiç konuşmadan ve arkasına bakmadan bir kova su getirir. Kovanın içine orada bulunanları temsilen renkli iplik ve iğneler atılır. Birbiriyle birleşen iğne ve ipliklerin sahiplerinin birbirleriyle evleneceklerine inanılır.
Tunceli çevresinde; bu gün erkekler alınlarına kara sürerek su kaynaklarına giderler. Bu karaları orada temizleyerek dua ve nizayda bulunurlar. Bunun yanında kötülük ve sıkıntılardan kurtulma dileği taşıyan, farklı uygulamalara da rastlanmaktadır.
Iğdır ve çevresinde 19 Mart'ı 20 Mart'a bağlayan gece kız ve erkekler Tanrıdan bir dilek dileyerek akarsuda yıkanırlar ve en az üç defa suya dalıp çıkarlar. Sabah erken kalkılarak taze su içilir, hayvanlara da taze su verilir.
Halk yeni elbiseler giyer ve bayram namazından sonra kaynamış yumurta tokuştururlar.
Evinden yeni cenaze çıkanlar dahi bayrama katılmak zorundadır. O gün yas tutmak günah sayılır.
Giresun'da "Mart Bozumu" adıyla 14 Mart'ta kutlanan Nevruz'da o gün sabah erkenden kalkılarak çevredeki akarsulardan su getirilip, hayvanların üzerine serpilir.
Edirne'de 22 Mart günü yapılan sultan Nevruz eğlencelerinde eski hasırlar yakılıp "Mart içeri Pire Dışarı" diyerek üzerinden atlanır.
Kırklareli'nde Nevruz "Mart Dokuzu" adıyla kutlanmakta olup, o gün halk boyalı yumurtalar börekler, lokma gibi yiyeceklerle kırlara giderek bu yiyecekleri yerler ve eğlenirler.
İzmir Urla'da Nevruz "Mart Dokuzu Şenlikleri", Tire'de "Sultan Nevruz Bayramı", Uşak'ta ise "Yıl Yenilendi" gibi adlarla kutlanmaktadır.
Ülkemize ilişkin geleneksel Nevruz uygulamalarını sayılan bu örneklerle sınırlamak Anadolu'daki Nevruz kutlamalarının alanını daraltmak ve sınırlamak anlamına gelir. Verdiğimiz örnekler mevcut uygulamaların sadece küçük bir bölümünü oluşturmaktadır.
KAZAKİSTAN
Kazaklar Nevruz törenlerinde mevlid okuturlar. Evler baştan başa temizlenir, herkes en iyi elbiselerini giyer. Nevruz törenleri sırasında ev duvarlarına vea çeşitli eşyalar üzerine kil kaplar atılarak parçalanır. Ateş üzerinden atlanır. Ateşten atlamaların eski yılın kötülüklerinden ve hastalıklarsan sıyrılmak, yeni yıla iyi bir şekilde girmek için yapıldığı ifade edilmektedir. Kazaklar Nevruz'da yaptıkları yemeğe "Nevruz-köcö" adını verir. Nevruz çorbası veya lapa adı verilen başka bir yemek de yaparlar ki, bunları o gün komşulara dağıtırlar.
Kutlamalar bu yıl Almaata'da 19 Mart günü resmen başlatılacak ve 30 gün sürecektir. 21 Mart günü resmi tatil ilan edilmiştir. Kutlamalar süresince bir festival havası için sergiler, kültürel etkinlikler düzenlenecek, diğer ülkelerin kardeş şehirleri bu fırsattan yararlanarak kendi kültür ve sanat etkinliklerini sergileyeceklerdir.
AZERBAYCAN
Azerbaycan’ da Nevruz üç gün sürmektedir. Her yıl Mart ayının 21-23 üncü günleri bayram büyük törenle kutlanır. Nevruz’ dan sonraki en önemli gün ahır çerşenbe/son çarşamba’ dır. Bu güne “ılin ahir tek tek” günü de denir. Bayram ayı içindeki dört haftanın çarşamba günleri de önemlidir. Buna “üskü“ denilmektedir. Ahir çerşenbeden önceki salı günü mezarlığa giden erkekler Fatiha okuyup dönerler. Kadınlar ise mezarlığa, hazırladıkları helva, pilav ve daha başka yiyecekler ile gitmektedir. Kur’an-ı Kerim’ in okunması, Fatihaların ardından yemekler fakirlere dağıtılıp, 1-2 saat sonra mezarlıktan ayrılınır. Kabir-üstü uygulaması da sona erer.
Azerbaycan’ da salıyı çarşambaya bağlayan gece ahır-çerşenbedir. Ahir çerşenbede yapılması gerekli işlerin başında evin, eşyanın, kap kacağın yıkanması adetinin yanısıra, en az yedi yemişten oluşan “yeddilevin” gecesi yapılmaktadır. “Gapı pusma” adeti gençlerin niyet olarak komşu kapılarını dinlemeleri ile ilgilidir. İlk duyulan söz yeni yılın lehine veya aleyhine yorumlanmasına neden olur.
Ahır çerşenbenin diğer bir adeti de “suya yüzük atma” oyunudur. Odanın ortasına su dolu leğen getirilir. Leğenin etrafını saran kızlar yüzüklerini leğenin içine atarlar. Üstü bezle örtülü leğenden, kızlardan birisi bayatı söyleyerek leğenin içinden yüzük çıkarır, çekilen yüzük kime aitse bayatı da onundur.
Su-başı adetleri : Ertesi gün doğmadan su kaynağına gidilir. El yüz yıkanır. Kızlar iki ellerinin başparmaklarını ip ile bağlayarak, suyun üzerinden atlarlar. Daha sonra parmaklarındaki ipi keserek suya atlarlar. Böylece kısmetlerini açarlar.
Su başına gidenler, kaynağın gözünden yedi küçük taş alarak, su kabının dibine koyarlar. Bu taşlar, bir dahaki ahır çerşenbeye kadar kabın dibine kalır. Su dönüşü üç böğürtlen dalı, koparılarak eve getirilir. Bunlar da bir sonraki ahir çerşenbeye kadar takıldığı yerde kalır.
Nevruz’ dan bir gün öncesine baca-baca denir. Çeşitli renklere boyanmış, suda pişirilmiş yumurtalar kapı kapı dolaşan çocuklara verilir. Çocuklar bu gün gruplar halinde dolaşarak;
Nevruz, nevruz bahara
Güller güller nahara
Bağçamızda gül olsun
Gül olsun bülbül olsun
şeklinde bayatılar, maniler söylerler. Çocuklar yeşil alanlarda boyalı yumurtalar ve aşıklarla oyun oynarlar.
Baca-baca gününün gecesi bacadan şal atma adeti görülür. Akşam üzeri yine tongalar takılır, üzerinden atlanır, gece olunca çocuklar uçlarına uzun ip bağlı heybeleri, hısım ve akrabalarının bacalarından sallandırırlar. Gençler bellerine bağladıkları şalları sarkıtırlar. Ev sahibi şalı sarkıtan tahmini kişi için en uygun armağanı şala bağlar.
Yeddi-levin gecesinin sabahında bir ağaca kalın bir iple küften (salıncak) asılır. Genç kızlar ve delikanlılar sıra ile sallanır. Bu oyuna küfdibi, küfyeli gibi adlar verilir.Bayram günü erkekler ve kadınlar, ayrı ayrı toplanarak bayramlaşırlar. Bu gün yas tutulması günah sayılır. Evler dolaşılarak şeker, pirinç, yumurta vb. yiyecekler fakirlere dağıtılır.
TÜRKMENİSTAN
Türkmenistan’ da Nevruz Bayramı, resmi tatil ilan edilen 21 Mart günü ülke çapında çeşitli tören ve şenliklere Cumhurbaşkanı Niyazov da katılmıştır.
Halk Nevruz gününü ülkemizdeki dini bayramlara benzer bir şekilde geçirmekte, karşılıklı ev ziyaretleri yapılmakta, tebrik mesajları gönderilmektedir. Nevruz kutlamaları basın yayın organlarında geniş bir şekilde yer almaktadır.
Nevruz; Karapapaklar’ da Nevruz, Kırım Türkleri’ nde Navrez, gündönümü; Batı Trakya Türkleri’ nde Mevris, Makedonya ve Kosova Türkleri’ nde Sultan-ı Navrız adlarıyla kutlanmaktadır.
ÖZBEKİSTAN
Özbekistan'ın Semerkand, Buhara, Andican, taraflarında Nevruz törenleri Nevruz günü başlamakta ve bir hafta devam etmektedir. Halk bu Nevruz eğlencelerine "Seyil Eğlenceleri" adını vermektedir. Seyil Yerleri dönme dolaplar, çalgıcılar, beççeler, seyyar satıcılarla dolar. Nevruzun birinci günü halk çadır çadır gezerek birbirlerinin bayramını kutlar. Bu ziyaretler sırasında ikram edilen yemek "aş" adı verilen pilavdır. Ayrıca çay ve çeşitli meyveler de sunulur. Köpkari, güreş at yarışları ve horoz döğüşleri gibi spor gösterileri düzenlenir.
Nevruz kutlamaları bir hafta süre ile devam etmekte, okullarda sergiler açılmakta, seminerler düzenlenmektedir. Basın ve yayın organları bayramı en geniş bir şekilde yansıtmaktadır. Bu yıl önceki yıllardan farklı olarak Bakanlar Kurulu kararıyla, Başbakan başkanlığında nevruz bayramı kutlama komitesi oluşturulmuştur. Bu yıl yapılacak kutlamalar sırasında çok çocuklu ailelere, huzurevlerine ve yoksullara barındırma yurtlarına yardım yapılması da kararlaştırılmıştır.
TACİKİSTAN
Tacikistan’ da Nevruz Mart ayının başından, 21 Mart gününe kadar baharın gelişini ve tabiatın canlanmasını karşılamak amacıyla kutlanmakta olup, 21 Mart resmi tatil olarak ilan edilmiştir. Nevruz’da yenilen Ş harfi ile başlayan 7 yiyecekten süt; temizliği, tatlı; yaşama sevincini, şeker; serinlik ve dinlenmeyi, mum; ateşe tapınmayı, tarak; kadının güzelliğini temsil eder. İslamiyetten sonra islami geleneklere göre Ş ile başlayan 7 nesne bunların yerini almıştır.
Ayrıca Nevruz Bayramında konserler verilmekte, geçit merasimleri ve spor müsabakaları düzenlenmekte, sokaklarda pazarlar kurulmaktadır. Düzenlenen etkinliklere ve televizyon geniş şekilde yer vermektedir.
AFGANİSTAN
Afganistan’ da Nevruz, Türkler arasında doğum günü olarak kutlanmaktadır. Bu gün herkes en yeni elbiselerini giyerler, kabir ve akraba ziyaretleri yapılır, güreş tutulur ve oğlak oyunu oynanır. İnsanlar arasındaki dargınlıkların kaldırılmasına çalışılır. Yeni yıla nasıl başlanırsa, yılın öyle geçeceğine inanılır
Nevruz'un Türk Dünyasındaki İsimleri
Türk dünyasında, Hunlardan bazen farklı isimlerle günümüze kadar ulaşan tabiatın ve millî uyanışın birleştirilmesi anlamını taşıyan Nevruz (Yeni Gün) şenliklerinin şu isimlerle kutlandığı biliniyor:
Nevruz, Navruz, Novruz, Sultan-ı Nevruz, Sultan-ı Navrız, Navrez, Nevris, Naorus, Novroz, Navrıs Oyıx, Nevruz Norus, Ulustın Ulu " Küni, Ulusun Ulu Günü, Ulu Kün, Ergenekon, Bozkurt, Çağan, Babu Marta, Kürklü Marta, İlkyaz Yortusu, Yeni Gün, Yengi Kün, Yeni Yıl, " Mart Dokuzu, Mereke, Meyram, Nartukan, Nartavan, Isıakh Bayramı, Altay Ködürgeni, Bahar Bayramı, Yörük Bayramı, Mevris
NEVRUZ ATEŞİ
Beşbin yıl geçmişten kopan yıldırım,
Karanlıgı söker Nevruz ateşi.
Urumçi , Semerkant ,Karabag , Kırım,
Tüm Turanda çakar Nevruz ateşi..
Karların gevşeyip eridigi gün
Yaylayı çimen bürüdügü gün
Tohuma hayat yürüdügü gün
Bahar yeli kokar Nevruz ateşi.
Alevini Türk ruhundan alarak
Eritecek zayıf yeri bularak
Ergenekon daglarını delerek
Hürriyete çıkar Nevruz ateşi.
Töreler soyumun milli tapusu
Töresiz dagılır Türkün yapısı
Destanlar devrinin masal kapısı
Bizi sarıp çeker Nevruz ateşi.
Öz malıdır kendini Türk görenin
Gönlünü Türk birligine verenin
Türk tugunu zirvesine Turanın
Alevlerle diker, Nevruz ateşi.
Destandır, söylenir ozan dillerde,
Umut ışıgıdır esir illerde
Beşbin yıl geçmişi, Türk gönüllerde,
Nakış nakış dokur, Nevruz ateşi.
Teselli edelim gönlü ezigi,
Bilelim Nevruzda feyli bozugu,
Satılmış haini kahpe tuzagı,
Toy dügünle yakar Nevruz ateşi.
Yansın dört yanda, ateşler yansın,
Davullar çalınsın, halaylar dönsün,
Ayrılık, ihanet ateşi sönsün,
Yurda birlik eker, Nevruz ateşi.
 
/> d     iv>
 

 

İstiklâl Marşı Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır parlayacak! O benimdir, o benim milletimindir ancak! Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal! Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal. Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal. Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım; Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım! Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım. Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım. Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar. Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar, 'Medeniyyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar? Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın; Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın. Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın, Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın. Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı! Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı. Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı. Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ! Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ, Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ. Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli: Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli! Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli- Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli. O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım. Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım; Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım; O zaman yükselerek arşa değer belki başım! Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl! Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl. Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl; Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet, Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!

TÜRK İMPARATORLUKLARI
DÜNYADA TÜRK`LÜK
ORHUN YAZITLARI
Facebook beğen
 
ÜLKÜCÜLÜK MHP`DE OLUR
 
ÜLKÜCÜLÜK MHP`DE OLUR
 
Bugün 6 ziyaretçikişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol